Yayınlarımız

Çözüm Önerilerimiz

Boşanma Hukuku alanında karşılaşılan sorunlara Çözüm Önerilerimiz

Ülkemizde şehirleşme ve değişen kültürel yapının tetiklemesi ile birlikte boşanma durumunda bir tarafı kahir ekseriyetle avantajlı konuma getiren kanun ve mahkeme içtihatları nedeniyle boşanmalarda son yıllarda ciddi bir artış yaşanmıştır. Boşanmalardaki artışla beraber aile hukukundaki adaletsiz durum daha geniş kitleleri etkilemiş ve daha fazla gündem oluşturmaya başlamıştır.

Yaşanan bu adaletsizliklerin düzeltilmesi ve çocuklarımızın daha sağlıklı gelişimi için Babalar ve Çocuklar Derneği (BABADER) olarak aşağıdaki önerilerimizi bilgilerinize sunar; katkı ve takdirlerinizi bekleriz.

Velayet,

Boşanma veya ayrılık davası açılır açılmaz kadının istemi halinde hiç bir ön araştırmaya gerek kalmadan, 0-8 yaş aralığındaki çocukların Velayeti anneye verilmektedir. Bu durum çocukları babaya karşı bir şantaj unsuru haline getirmektedir.

Açıklamalar ve Gerekçeler :

Velayet düzenlenirken yasada “Çocuğun menfaati” denilmekte ise de Yargıtay içtihatları, sürekli olarak çocuğun menfaatini anne yanında görmektedir. Oysa tüm bilimsel araştırmalar baba yokluğunun anne yokluğundan daha tahrip edici olduğunu ortaya koymuştur. 

  • Baba yokluğu yaşayan çocukların suça daha eğilimli olduğu, daha fazla istismara uğradığı, korunaksız kaldığı, kendini güvende hissetmediği, güven duygusunun zedelendiği akademik olarak daha başarısız olduğu istatistiklerle ispatlanmıştır. (Kaynak: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Suç ve Çocuk, Yüksek Lisans tezi). 
  • “Ebeveyne Yabancılaştırma Sendromu (EYS)” uygulamalarının, çocuk icralarının çoğu anneden kaynaklıdır ve öldürülen çocukların çok büyük çoğunluğunun katili anneleridir. (Madea, Munchausen by Proxy, Bruce Etkisi, Neonatisit Sendromları)
  • UYAP, MERNİS, E-Okul sistemleri üzerinden yapılacak basit bir veritabanı sorgulaması ile saniyeler içerisinde Baba ve Anne yokluğunun karşılaştırmalı olarak; çocuğun yaşam kalitesi üzerindeki etkisi, istismara uğrayan, tecavüz eden, öldürülen ve suçlu çocuklarda etkileri rahatlıkla bulunabilir. Ne yazık ki; özellikle boşanmalarda kadınlar çocukları erkeğin canını acıtmak ve intikam almak için kullanmaktadır. Fiziki olarak babasına veya baba tarafına benzeyen çocukların anne tarafından daha çok mağdur edildiği, şiddet gördüğü veya dışlanıp horlandığı görülmektedir.

Çözüm :

Bu nedenlerle Velayet temel ilke olarak babaya verilmelidir. Bu kadının çocuğu ile ilişkisinin kesilmesi anlamına gelmeyecektir. Aksine bugün Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu ve engellemeler nedeniyle babası ile görüşemeyen tüm çocuklar; hem anneleri ve hem babaları ile görüşecektir. Ayrıca uzmanlar tarafından “parçalanmış aile” çocuklarının oluşturduğu sosyal sorunlar olarak tabir edilen ama açıklamalar bölümünde izah edildiği üzere aslında “baba yokluğu” nedeniyle oluşan problemli çocukların sayısı da önemli ölçüde azalmış olacaktır. Kültürümüzde ve inancımızda da velayetin babaya veriliyor olmasının da nedensiz olmadığı düşünülmelidir. Boşanma davalarının %91’i kadınlar tarafından ve çok basit nedenlerle açılmaktadır. Neredeyse kesin bir şekilde velayeti alacağını bilen kadınlar kocaya “ayar verme” hırsıyla çocukları adeta bir silah olarak kullanmaktadır. Yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleştiklerinde pişman da olsalar çoğu zaman geri dönülemez sonuçlar doğurmaktadır.

Sorumsuz erkekler; velayeti almaya yanaşmamakta ve çocuğun yükünden kurtulmak için özellikle çaba sarfetmektedir. Şu anki yasalar çocuk üzerinden kadına nafaka imkanı sağladığı için sorumsuz olsa da para için kadının velayeti istemesine neden olmaktadır. Kısacası çocuk mevcut düzende adeta savaş, intikam, sömürü, eziyet enstrümanıdır. Velayetin; Rant aracı olmaktan çıkarılarak Babaya verilmesi çocukların silah olarak kullanılmasını da önleyecektir. Bu da çocuk üzerinden yapılan ağır çatışma ve düşmanlaşmanın azalmasını sağlayacak, dolayısıyla bir çok yuvanın kurtulmasını sağlayacaktır.

Eski eş için Nafaka 

Açıklama :

Bireyi yetkin bir şekilde yetiştirmek çok sonradan tanıştığı eşin değil, o bireyin kendi ailesinin ve kendisinin görevidir. Evlenirken çalışmayan veya evlendiği için işi bırakan bir bireyin sırf “boşandı” diye mağdur kabul edilmesi ve üstelik bir de mağduriyetinin sebebi olarak eski eşin gösterilmesi doğru bir yaklaşım değildir. 

Çalışmak herkesin hakkıdır ve zaten kanunen çalışmasının engellenmesi boşanma nedenidir. Çalışması engellenen boşanır ve çalışmaya devam eder. Erkek nasıl çalışmak için izin istemiyorsa kadının da çalışmak için günümüzde ne kanunen ne de fiilen izne ihtiyacı yoktur. 

Ataerkil zihniyetin eseri olarak çalışmamış veya çalışmıyorsa kadını ataerkil zihniyete göre yetiştiren yine kendi ailesidir ve bu durumda ayrıldığı kocasını bundan sorumlu tutmak ve bu durumun faturasının ona kesilmesi hakkaniyete ve vicdana uymamaktadır. 

Nafakaya ilkesel olarak tamamen karşı olmakla birlikte bir geçiş süreci olarak; mevcut durumun oluşturduğu sorunlar ve çözüm önerilerimiz şöyledir.

  • Önlem/Tedbir Nafakası,

Haklılık durumuna bakılmaksızın (bu durum başlı başına bir haksızlık ve kişiler arasında kin, nefret ve şiddetin sebebini oluşturmaktadır); Boşanma davası süresince çalışan eş çalışmayan eşe Nafaka ödemekle yükümlü tutulmaktadır. Uzun yargılama süreci göz önüne alındığında bunun vereceği zarar ortadadır. 

Tedbir Nafakasını dava süresince Devlet karşılamalı karı ile kocayı özellikle bu aşamada düşmanlık oluşturacak şekilde karşı karşıya getirmemelidir. Bu durum yargılamanın hızlanmasını da sağlayacaktır. Böylece Nafaka ödememe veya haksız iddialar nedeniyle oluşan mağduriyetler önlenecektir. Yapılan ödemeler dava sonucuna göre haksız bulunandan tahsil edilebilir. Uzun süren davalarda en fazla 3 ay verilmeli, zaruri hallerde bile 1 yılı aşmamalıdır. Tedbir nafakasında evi terk’in haklılığı ispatlanmalıdır.

  • Yoksulluk Nafakası,

Uygulamada eşit kusur durumunda bile çalışan eş çalışmayan eşe ömür boyu nafaka ödemekle yükümlü tutulmaktadır. Kusur durumu açısından da yükümlülükler orantısızdır. Sırf Kaynanasının cenazesine katılmadığı veya tatile çıkarmadığı için ağır kusurlu bulunan eş ile eşine zarar verecek boyutta ağır şiddet uygulayan eş arasında nafaka yükümlülüğü bakımından hiçbir fark gözetilmemektedir. İsmi Nafaka (minimum geçim) olsa bile burada gözetilen standart, “kadının evli iken sürdüğü hayat standardı” olduğundan zengin birini ağına düşüren taraf ömür boyu yüksek bir gelir elde etmektedir. Bu durumda koca boşandığı kadının yaşam standardının “garantörü” kabul edilmektedir. Hiç kimse kendi hayatının veya dünyaya getirdiği, her şeyinden sorumlu olduğu evladının bile garantörlüğünden sorumlu tutulmazken kısa bir süre evli kaldığı ve tamamen ayrıldığı kadının yaşam standardının garantörü olması akıl, mantık, hak, hukuk ve vicdanla bağdaşmamakta ve asla ve kat’a tasvip etmesek de şiddetin sebebi haline gelmektedir. 

  • Kişinin yoksulluğunun nedeni eşi değildir. Bu nedenle adalet kişinin yoksulluğuna sebep olan kişi tarafından yoksulluğunun giderilmesini gerektirir. Bu kişi eski eş değildir. Türkiye’de “kocam beni çalıştırmıyor” diye yargı makamlarına başvuran bir kişi bile yoktur. Çalışmamak genelde kişinin kendi tercihi olarak ortaya çıkmakta olmasına rağmen boşanma sırasında kocanın tercih ve kusuru olarak ileri sürülmektedir.
  • Nafaka temininde devlet sadece boşanmışları değil her kişiyi düşünmelidir. İnsanlara iş göstermeli, kendi emekleri ile geçimini sağlamalıdır. Eğer ki kişi çalışmayacak bir durumda ise devlet asgari yiyecek ve barınma ihtiyacını sağlamalıdır. Sadece boşanan kişilere nafaka ödemesi yapılması uygulamada boşanmaya teşvik görevi görmektedir. Bu durum nafakanın sürekliliği açısından kayıt dışı evlilik ve sigortasız kaçak çalışmayı da arttırmakta olup hem genel ekonomiye, devlete ve hem de kişilere zarar vermektedir. 

Çözüm önerimiz :

Eşit kusurlu ve kusursuz eski eşleri nafakadan sorumlu tutmanın hukuki ve mantıklı hiçbir açıklaması yoktur. Eşlerden biri kusurlu olsa bile, kusurun bedeli nafaka ile değil o kusur ile orantılı bir tazminat olmalıdır. Diğer türlü nafaka ile yükümlü tutulan eş, “kusuruna göre orantısız ve belki kusursuz belirlenen ve zamana yayılarak ömürle birlikte devam eden nafaka” nedeniyle düşmanlık geliştirmeye başlar. Ayrıca süresi belirsiz veya uzun süren her uygulama hem insan doğasına hem de haklarına aykırıdır.

İştirak Nafakası,

Velayeti alan taraf (kahir ekseriyetle kadın) eski eşten çocuklar için 18 yaş veya eğitimini tamamlayana kadar nafaka almaktadır. Bu durum çocukları diğer eşe karşı bir koz durumuna düşürmektedir. Velayeti kaybeden kişi de çocuklarla beraber gelirini ve yeni bir hayata başlama imkanını kaybetmektedir. Çocuklar; babanın sponsorluğunda kadın tarafından babaya düşman olarak yetiştirilmektedir. Kimse kendisine düşman yetiştiren birine sponsor olmak istemez. Babadan çocukları velayetiyle beraber almak başlı başına zulüm iken alınan çocuklar için bir de para talep etmek zulüm üstüne zulümdür. Kaldı ki babadan alınan nafakanın çocuklara harcanıp harcanmadığını denetleyen veya denetlenmesine imkan tanıyan hiçbir yasal düzenleme de yoktur.

Çözüm önerimiz :

Çocuğa para için bakan velisi olamaz. Yani çocuğun velayetini alan masraflarını da karşılamalıdır. Çocuk böylece taraflar arasında bir rant ve şantaj aracı olmaktan çıkacak ve gerçekten sevildiği ve iyi bakıldığı ortamda yaşama imkanına kavuşacaktır. Şayet bu düzenleme yapılmayacaksa verilen nafakanın çocuklara harcanıp harcanmadığı belli aralıklarla denetlenmeli ve uygulamada “para babası” “ATM Baba” olarak kullanılan babadan alınan nafaka ile çocukların babaya karşı doldurulup, nefret edilen kişi haline getirilip getirilmediği uzmanlar aracılığı ile araştırılmalı ve belli periyotlarla rapor düzenlenmelidir. Çocukların diğer eşe karşı nefret duymaya, ilişki kesmeye teşvik edilmesinin uzman raporuyla tespit edilmesi durumunda velayet istemesi halinde diğer tarafa verilmeli veya nafaka kesilmeli veya tespitle orantılı olarak azaltılmalıdır.

Nafaka Hapsi,

Nafakanın ödenmediği/ödenemediği durumlarda geliri olup olmadığına, ızdırar hali olup olmadığına, makul ve haklı bir nedeni bulunup bulunmadığına bakılmaksızın her şikayet ile 3’er aylık hapis cezasına hükmedilmektedir. Ayrıca hapis yatılmasına rağmen borç düşmemekte ve yatılan süre boyunca da yeni nafakalar işlemeye devam etmektedir. İşte bu durum ömür boyu sürecek bir ceza demektir. Çünkü kadın evlenmediği veya zenginleşmediği müddetçe Nafaka sona ermeyecektir. İcra, çek, mal beyanında bulunmamak gibi konulardaki hapis cezaları “borçtan kaynaklanan hapis cezaları insanlığa aykırıdır” diye yıllar önce kaldırılmışken ta Roma İmparatorluğu döneminden, Milattan Önce’den kalma olan “Borçtan dolayı Hapsedilme” uygulamasının Aile Hukuku içinde devam etmesi tam anlamıyla bir garabettir.

Çözüm önerimiz :

İnsan Hakları beyannamesine göre “borç nedeniyle kimse hapsedilemez.” İlkesi gereği Nafaka hapsi de insan hakkı ihlalidir. İnsan haklarına ülkemizde hassasiyet gösteren her ihlali rapor edip düzeltilmesini isteyen Avrupa ülkelerinin ve onların gönüllü müşahitliğini yapan “insan hakları savunucularının” bu konuda tek kelime veya uyarı yapmaması Devleti ve devlet adamlarının dikkatini çekmeli ve bunun bize zarar, başkasına yarar sağladığının farkına varılmalıdır. Nafaka başlı başına haksızlık iken nafakayı ödemediği için vatandaşların hapsedilmesi zulüm üstüne zulümdür. Nafaka ile beraber Nafaka Hapsi de kaldırılmalıdır.

Çocuk Haczi,

Velayeti alan taraf, istemediği takdirde çocuğu mahkemenin tayin ettiği günlerde icra dışında görme imkanı yoktur ve bunun bir cezası veya tedbiri de yoktur. Bu durumda çocuk için icra dairesine para yatırılmakta ve çocuk bir mal gibi cebri icra yoluyla haczedilerek teslim alınmaktadır. 

Çözüm önerimiz :

Bu durum aslında en başta çocuk haklarının ihlalidir. Çocuk icrasına sebep olan kişi bu durumda velayeti kötüye kullanmıştır. Bu nedenle Velayet bunu yapan kişiden alınmalıdır. Çocuk icrası ve EYS gibi konularda velayetin kötüye kullanımı derhal velayet değişim sebebi sayılmalı ve diğer tarafın çocuğun velayetini alamaması durumunda dahi çocuk devlet korumasına ve bakımına alınmalıdır. Çocuğun ebeveyni ile görüşmesi çocuğun en temel hakkıdır. Öncelikle Devlet çocuğun hakkını korumakla mükelleftir. Sorunun çok basit bir çözümü de vardır. Çocuk teslim masraflarının çocuğu teslim edecek kişiden istenmesi dahi sorunu çözecektir. Bu kadar basit bir çözüm varken alternatif ve masraflı arayışlara girilmesi, “buradan elde edilen rantın kesilmesi kaygısından” başka bir şeyle izah edilemez. Kaldı ki tüm icra uygulamalarında borcu ödemeyen, edimini yerine getirmeyen ve icraya sebep olan karşı taraftan icra harç ve masrafları alınmasına ve bu uygulama hukukun en temel ilkelerinden olmasına rağmen çocuk icrasında sebep olan karşı taraftan ödenen harç ve masrafların alınmaması tam anlamıyla hukuksuzluktur ve bize göre ifsadın, fitnenin, şiddetin ve ayrılanlar arasındaki çatışmanın devamı amacını taşımaktadır, zira bunun başka amacı olamaz.

EYS (Ebeveyne Yabancılaştırma Sendromu)

EYS denilen “Diğer Ebeveyne Yabancılaştırma-Düşmanlaştırma Sendromu” velayeti alan tarafın çocuğa uyguladığı baskı ve duygusal bir istismar olup çocuğu diğer ebeveynden soğutmak ve sadece kendine bağlamak için çeşitli yöntemler uygulamasıdır. Bu yöntemler; sürekli sorunlardan bahsetmek, sürekli olarak diğer ebeveyni kötülemek, diğer ebeveyni kötüleyecek her fırsatı değerlendirmek, diğer ebeveynin ailesini, inancını, fikrini, kültürel yapısını hatta fiziksel özelliklerini kötülemek ve velayeti alan tarafın kendi çevresini de bu durumlara yardımcı olmasını sağlamaktır.

Çözüm önerimiz :

Boşanma nedeniyle çocuğun diğer ebeveyne karşı düşmanlaştırılması çocuk istismarı olarak tanımlanarak özellikle hapis ve çeşitli tedbirlerle veya “maddi olarak” ya da velayetten azil ile cezalandırılırsa bu sorun çözülür. Zira çocuğu kullanan taraf çoğunlukla maddi kaygılarla ve cezasız kalacağını bildiği için bunu yapmaktadır. Fakat olan çocuğa olmakta ve çocuk tek kanatlı bir kuşa döndürülmektedir.Bu nedenle EYS cezalandırılma, tedbir ve velayet değişim sebebi olmalıdır. 

Mahkeme Masrafları,

Davayı kaybeden taraf tüm mahkeme masraflarını ve karşı tarafın avukatlık ücretini resmi rayiç üzerinden ödemek zorunda kalmaktadır. 

Çözüm önerimiz :

Boşanma ve Velayet davaları her türlü maddi unsurlardan arındırılarak görülmelidir. 

İşin içinde rant olduğu müddetçe ranttan gelir elde edenler sorunları besleyecek yolları bir şekilde üretecektir. Adalet özellikle de Aile Hukuku ücretsiz olmalıdır. 

Her iki tarafın haklarını da devletten maaş alan arabulucular, iki tarafın birer temsilcisiyle beraber aramalıdır. Yoksa etkili bir güce sahip olanlar ve taraflı kanun gücünü arkasına alanlar haksız olsa da mahkemelerde kolayca haklı konumuna gelebilmektedir. 

Boşanma Kaynaklı Ceza Davaları,

Hakaret, Tehdit, Çocuk kaçırma, çocuğun zamanında geri verilmemesi ve akla gelebilecek her türlü iddia ile bir tarafın diğer tarafı karakol, savcılık, mahkeme ve bürokraside süründürme imkanı vardır. Kendinizi aklasanız bile sonuçta iftirayı açan için “şikayet hakkını kullanmıştır.” denilmekte ve bunun bir yaptırımı pratikte olmamaktadır. Çamur atan attığı ile kalmaktadır.

Çözüm önerimiz :

Her türlü yalan beyanın iddianın ciddiyetine denk bir bedeli olmalıdır. Yalan beyanların ve iftiraların uygulamada cezasız kalması insanların haksız şekilde yaftalanmasına neden olmaktadır. Boşanma davası sürerken gelişen olayların da yeni bir boşanma davasına gerekçe oluşturması hukukun suistimal edilmesine neden olmaktadır. İftirayla boşanma davası görülmekte karar verilmekte, bundan netice alındıktan sonra iftira davası açılması istenmektedir. Böyle akla ve mantığa aykırı bir durum kabul edilemez. İftira davası görülmeden boşanma davası sonuçlanmamalı ve boşanma davalarına bağlı tüm davalar ceza davası dahi olsa beraber veya paralel görülmelidir. Davaların ayrı ayrı görülmesi sistemin kazancını arttırdığı için bu duruma karşı çıkanlar olacaktır. 

Avukatların yalan söyleme hakkı varmış gibi uygulamada söylediklerinin ve dilekçelere yazdıklarının layüsel olması kabul edilemez. Yalan söylediği, dava açtığı karşı tarafın izzet ve şerefini aklındaki kurgu ve şablonlara kurban eden avukatın diploması elinden alınmalıdır.

Uzun yargı süreci,

Çekişmeli Boşanma süreci en iyi ihtimalle 1,5 yıl bazen 10 yıl bile sürmektedir. Bunun insan hayatının kısalığı ve en verimli olduğu dönemlere geldiği göz önünde tutulduğunda ne derece yıpratıcı olduğu görülecektir.

Çözüm önerimiz :

  • Boşanma bir tarafın talebiyle hiç uzatmadan gerçekleşebilir. Haksız nedenlerle boşanmayı talep eden tarafa, boşanmanın bedeli daha sonra tazminat olarak gücüne göre ödetilebilir. Bu bedelin en başında nikah kıyılırken belirlenmesine de imkan sağlanmalı ve inancımızda ve kültürümüzde bulunan “mehir” kurumunun işler hale getirilmesine tercihe bırakılarak yasal imkan verilmelidir. Bu bedel Devlet tarafından güvence altına alınabilir, mesela mehir hesapları açılabilir.
  • Evlilik ve boşanma ile ilgili sözleşme hürriyetini Yargıtay 2. hukuk dairesi hukuksuz olarak sınırlandırmaktadır. İnsanları kendi mizaç, inanç ve anlayışlarına göre evlilik yapmasını engellemekte ve kişiye sıkı sıkıya bağlı ve tamamen dini ve kültürel olan bir kurumu; seküler kalıplara ve kıskaçlara sokmaktadır.
  • Uzun yargı süreçlerinde eşe sadakat yükümlüğünü zorunlu tutan Yargıtay, eşin cinsel ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüğünü ise yok saymakta, görmemektedir. İnsan fizyolojisi ve psikolojisine aykırı bu uygulamanın da önlenmesi için davaların bazen 10 yıl da sürdüğü dikkate alınarak boşanmaların hızlandırılması (mümkünse ailenin kurtarılması) gerekir. 
  • Yargının yükü çok ağırdır. Bu yükü devletin tüm kurumlarına, hatta bireylerine dağıtma imkanı varken ve bu zaruri iken yıkılan ailelerin enkazından beslenenler, bu rant ve kazanç kapısından vazgeçmemektedir. Basit bir iş hukuku ilişkisinde dahi bir işçi ve işverenin mahkemede karşı gelmemesini sağlamak ve bunun yerine Arabuluculukta yan yana gelmelerine imkan tanımak ve işi sulh ile ve rıza dahilinde sağlamak için tanınan Arabuluculuk imkanının ve hatta bu durumun zorunlu kılınmasının Aile Hukuku açısından daha hak ve daha müstehak olduğunu düşünüyoruz. Zira karı-koca ve çocukların içinde bulunduğu bir meselenin sulh ve rıza ile son bulması veya ihtilafların konuşularak çözülmesi toplum ve değerlerimiz açısından işçi-işveren ilişkisinden daha önemlidir.

İstanbul Sözleşmesi :

Sözleşme her ne kadar “kadına şiddeti önleme” maskesi ile süslense de Diyanet İşleri Başkanımızın temsili Cuma Hutbesinde okuduğu ayetler ve eşcinselliğin lanetlendiğini söylemesi nedeniyle barolar tarafından İstanbul Sözleşmesi (Resmi Gazete’de görüleceği üzere aynı zamanda 6251 sayılı yasaya tekabül etmektedir.) ve uyum yasası olarak çıkarılan 6284 sayılı yasaya dayanılarak hakkında suç duyurusunda bulunulmuş olması yıllardan beridir anlatmaya çalışıp da ifadede yetersiz kaldığımız sorunun gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Savcılığın Takipsizlik gerekçesinin de “hutbede suç unsuru bulunmamaktadır” yerine, “görevini yapması suç değildir.” şeklinde kişiye münhasır bir gerekçe olması dikkat çekicidir.

Sözleşmeyi imzalamayan, çekince koyan veya imzaladıktan sonra çekilen ülkelerin varlığı ve gerekçeleri; Sözleşmenin Aile yapısına zarar verdiğinin ve sapkınlıklara imkan ve yasal çerçeve ve koruma sağladığının; ayrıca sözleşmenin imzalanması ve uyum yasaları sonrası artan kadın cinayetleri sözleşmenin iddiasının aksine hizmet ettiğinin, tam tersine kadına şiddeti körüklediği ve ailelerin dağılmasına sebebiyet verdiğinin göstergesidir.

İstanbul Sözleşmesi Uyum Yasası olarak yapılan 6284 sayılı yasa

Eşiniz hatta hiç tanımadığınız yoldan geçen bir kadın size iftira ederek uzaklaştırma talep ederse; belge, şahit veya başkaca bir delil aranmaksızın hakkınızda tedbir kararları uygulanır. Haksız ithamla aldığınız tedbir cezasına mı yanarsınız, yok yere adınızın çıkmasına mı, kendi evinize eşyalarınızı almak için dahi giremeyecek olmanıza mı yanarsınız…

6284 sayılı yasa’dan beri şiddet 6 kat, kadın cinayetleri 5 kat arttığı halde halen bu konuda bir düzeltmeye gidilmemiş olması gerçekten ibret vericidir. Boşanmaların artmış ve evliliklerin azalmış olmasına rağmen yasa sonrası bu artış düşündürücüdür. 

Çözüm önerimiz :

Şiddet görme ihtimali bulunan kişinin koruma altına alınması, kendisine sağlık, barınma ve iaşe imkanı sağlanması, hakkında şiddet iddiası bulunulan şahsın kendisine ait evden atılmasından daha adil ve daha güvenli olacaktır. Bu durum en başta kadını koruyacaktır. Birini evinden uzaklaştırmanın kendisi zaten en başta şiddete neden olmaktadır. Zira evden atılan kişi haklı veya haksız olarak da olsa, evden atılması o kişinin onur ve itibarını sıfıra indirmekte, tüm toplumsal statüsünü ve itibarını, konum ve durumunu yerle bir etmektedir. Ticareti, işi, gücü, morali tamamen bitmektedir. Bu durumu anlamak için herkesin sadece bir süreliğine evine girmesinin yasak olduğunu, evinden bir gömleğini, iş çantasını, valizini, bir atlet veya çorabını ya da bir ceket veya paltosunu dahi alamadığını düşünmesi bile yeterlidir.

6284 içinde iftirayı önlemeye yönelik caydırıcı bir hüküm bulunmamaktadır. İftiranın bir bedelinin bulunmamasından dolayı şiddet iftiraları pervasızca atılmaktadır ve 6284 kapsamındaki şikayetlerin neredeyse tamamı iftira ya da abartmadır. Bu durum en başta gerçekten korunmaya muhtaç kadınları mağdur etmektedir. Sonuçta soyut ve ispatsız olarak bakıldığında faraziye olarak her bir insanın birbirine şiddet uygulama ihtimali vardır. Sırf ihtimal üzerine tedbir alınacak ise evden uzaklaşması gereken kişi, ihtimal iddiasındaki kişi olmalıdır. Zira ancak bu tedbir gerçeği yalandan, kuvvetli ihtimali zayıf ihtimalden, iyi niyetliyi kötü niyetliden ayıracaktır.

Pozitif ayrımcılık,

Bürokraside, İşe alımlarda, Proje Desteklerinde, Sosyal hizmetler, Vergi İndirimlerinde ve aklımıza gelmeyen birçok alanda kadınlar lehine düzenlemelere gidilmiştir. Bu düzenlemeler yüzünden Erkeklerin hakları gasp edilmekte ve aile içerisinde sindirilmektedir. Kadın babasından dolayı ölünceye kadar yetim aylığı alabilmektedir. Erkek ise gerçek bir ihtiyaç içinde bile olsa 18 yaşından sonra Yetim aylığını alamaz. Bu cinsiyetçi uygulamalar kadınların iş gücüne katılmasına engel olan unsurlardan biridir. Mevzuatlardaki bütün ayrımcı hükümler kaldırılmalıdır. Pozitif diye şirinleştirilerek isimlendirilse bile Ayrımcılığın olumlusu olamaz, ayrımcılık ayrımcılıktır. 

Çözüm önerimiz :

Pozitif ayrımcılık uygulamaları kabul edilemez.

Hakları elinden alınan kişilere haklarının verilmesi “pozitif ayrımcılık” değil hakkın yerine getirilmesidir. Suç şahsidir. Anneniz eziyet görmüşse, gördüğü o eziyetin bedelini başkasının oğlundan çıkaramazsınız. 

Pozitif ayrımcılık emperyalizmin; kadınların iş gücünü ucuzlatıp tüketimlerini arttırmak, çocukları ailelerden ve öz kültürlerinden koparıp kendilerince hazırlanan okul öncesi eğitimlerde ve kreşlerde formatlanmasını sağlamak ve kadın erkek çatışmasının sağlanması için uydurulmuş bir fitnedir.  

Önerilerimizin faydalı olabilmesi için; Hakimlerin verdikleri kararlardan sorumlu olması ve hatalı kararlarla orantılı tazminat ödemeleri gerekir. Anayasa ve Kanunlara aykırı karar verenlere gerekirse hapis cezaları da verilmelidir. Yoksa dosyaları okumadan önyargılarla veya şahsi çıkarlara veyahut mensubiyetlerine göre karar veren hâkimler azalmayacak ve kanun ne kadar iyi olsa da adalet asla sağlanamayacaktır. 

Ayrıca Ailelerin yıkımı, toplumsal yozlaşma, kanun ve yargılama makamlarının, basının, bazı STK’ların bu yıkıma destek vermesi hususlarının tam olarak anlaşılabilmesi için Kadın Hakları ve LGBT alanlarında çalışmalar yapan kişi ve derneklerin ve diğer oluşumların MASAK tarafından incelenmesinin SORUNUN KAYNAĞI ve NEYİN AMAÇLANDIĞININ tespiti konusunda herşeyi ortaya çıkaracağını düşünüyoruz. 

SONUÇ

Aile yapımızın gücü sayesinde ülkemiz defalarca ekonomik krizlere dayanmış, ambargolara karşı koymayı başarmış. toplumsal olaylar akl-ı selim ile atlatılmış ve yaşanan savaşlar sonrasında hızlıca toparlanmayı başarmıştır. Kısaca; güçlü aile yapısı güçlü bir toplum demektir. Aile yapısını güçlendiren düzenlemeler hayati derecede önemlidir. Çok ciddi bir sorun olmadığı müddetçe evliliklerin yıkılmasının önüne geçilmelidir. Ciddi bir sorun var ise zaten gizlenemez ve mahkemeler bu durumları elbette değerlendirecektir.

BABALAR VE ÇOCUKLAR  DERNEĞİ
(BABADER)

babader.org.tr
babalarvecocuklardernegi@gmail.com.tr

More from Yayınlarımız