İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE BİR AVUKAT VE SOSYOLOG BAKIŞI;

İlhami Sayan
Avukat, Sosyolog

Son yıllarda İstanbul Sözleşmesi her kesimden insan tarafından gittikçe artan dozda tartışılmaktadır. Radikal Feministler olarak nitelendirilebilecek küçük bir grup haricinde tartışmaya katılanlar ekseriyetle sözleşme aleyhine düşünmekte ve olumsuz kanaat belirtmektedirler. Hatta son günlerde sözleşmeyi milletvekili olarak bizzat onaylayan kişiler dahi mazeret beyanıyla beraber pişmanlıklarını dile getirmektedirler.

            Ancak belirtmek gerekir ki sözleşme; tartışmaya katılanların ekseriyeti tarafından dahi içerik olarak tam olarak bilinmemekte olup sözleşmeye karşıtlık, sözleşme neticesinde getirilen yasal düzenlemeler ve onun uygulama ve yansımaları üzerinden yapılmaktadır. Şahsım olarak bu topraklarda büyümüş, buranın kültürüyle kültürlenmiş ve son dönemde unutturulmaya veya eskilerden kulağa çalınan bir sözcük muamelesi yapılmaya çalışılan “namus, ar, haya, edep, ahlak, izzet ve şeref” kavramlarını yaşamaya ve yaşatmaya çalışan bir Hukukçu ve bir Sosyolog olarak bu tartışmaya bir katkıda bulunmak ve topyekün bir saldırıya uğrayan Namus cephesine en azından mühimmat taşımak niyetiyle bu yazıyı kaleme aldım. Namus düşmanlarına karşı namusluların elinde bir mermi olması ve kültürel işgale son vermesi niyetiyle sözleşme hakkındaki tespitlerimiz aşağıdadır.

            Kendisi aynı zamanda Bilim ve Sanat Vakfındaki Uluslararası İlişkiler dersinden hocam olan Ahmet Davutoğlu ve feminist kadrolar tarafından İstanbul Sözleşmesi olarak tanıtılan sözleşmenin asıl adı; “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Ancak sözleşmenin İslam ülkelerine rahatlıkla pazarlanması ve Türkiye içinde de muhalefetsiz/tepkisiz uygulanması için adı “İstanbul Sözleşmesi” olarak lanse edilmiştir. Sözleşme 11 Mayıs 2011 tarihinde Türkiye Devleti adına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından imzalanmış ve meclis tarafından firesiz olarak onaylandıktan sonra 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir. Hükümetin her faaliyetine mutlak bir şekilde muhalefet eden ve esasen politikanın kuralları gereği öyle de olması gereken muhalefet partilerinin dahi tek bir fire vermeden sözleşmeye onay vermesi ve sözleşmenin maddelerinin okunmadan ve tartışılmadan 26 dakika gibi bir sürede kanunlaşıp onaylanması bunun hükümetin tasarrufu olmanın ötesinde bir anlam taşıdığını ve bir tercihten çok bir dış dayatma olduğunu göstermektedir. Sözleşme maddelerinin sözleşmeden önce ve sonra halk, akademisyen, hukukçu ve sosyologlar nezdinde tartışmaya açılmaması, yapım sürecinin sadece Avrupa tarafından desteklenen “kelimenin tam anlamı kullanılacak olursa –beslenen-” bir kısım STK ile istişare edilmesi dahi sözleşmenin bir dayatma olduğunu ve pek de hayrımıza olmadığını gösteren delil ve emarelerdir. Fakat sözleşmenin halkın yarısının desteğini almış bulunan muhafazakâr bir hükümet tarafından imza edilmesi, o dönem henüz dış bağlantıları ve gerçek niyetleri ortaya çıkmamış bulunan “Cemaat”çi (Fetöcü) basın ve bürokratlar ile o çevreden olan STK ve kanaat önderleri tarafından desteklenmesi ve cilalanarak kamuoyuna sunulması nedeniyle halk tarafından gerçek tehlikesi fark edilmemiştir. Zira sözleşmeden ve onayından önce binlerce kadına yönelik şiddet haberleri yapılarak adeta eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz döneminde Ruslar ile yapılan Mavi Akım Projesi ve öncesinde halkın enerji kesintileri ve soğuktan donma ile korkutulduğu döneme benzer psikolojik bir hareketla halk adeta narkozlanmıştır.

            Peki Fetöcülerin kendi tabiriyle “Katakulli” yapılarak hazırlanan zeminde en zıt tarafların oybirliğiyle, tam bir mutabakat içinde onaylanan bu sözleşmenin amacı ve getirdikleri ile götürdükleri neydi?

            İstanbul Sözleşmesi iki devlet arasında yapılan anlaşmalardan veya birkaç devlet arasında imzalanan anlaşma ve sözleşmelerden farklı olarak imzalayan ülkenin iç hukukunda ciddi değişiklikler yapan bir tahakküm sözleşmesidir. İmzalayanı belli taahhütler altına koyan ve o devleti bir denetim mekanizması içine alan bir sözleşmedir. Esas itibariyle sözleşme içeriğindeki düzenleme ve taahhütler ile denetim mekanizmaları dikkate alındığında bir savaştan sonra Galip devletin Mağlup devlete karşı muzafferiyetinin hakkı olarak ileri sürdüğü şartlar benzeri hükümler taşımaktadır. Biz bu şartlara Sevr Anlaşmasından ve Duyun-u Umumiye’den aşinayız. Kaderini Avrupa ile birlikte görenler de bu iki felaketten hatırlamasa dahi savaş sonrası Almanya ile imzalanan Versay Anlaşmasından durumun vehametini anlayabilir. Peki Homoseksüelliğin ve Fuhşiyatın Merkezi haline gelen Avrupa’ya 11 Mayıs 2011 tarihinden önce hangi savaşta yenildik ki bu şartları bize dayatma cüreti gösterebildiler ve hasta adam olarak nitelendirdikleri Osmanlı’ya bile dayattıkları Sevr’i uygulayamayan Avrupa, hangi cüretle; İstiklal Marşı’nın 2. Bendinde muhatabına KORKMA! deyip bu şafaklarda yüzen AL SANCAK’ın sönmeyeceğinin garantisi olarak tüten en son OCAK’ı gösteren Mehmet Akif’in memleketinde son Ocağa da göz dikmekte ve onu dahi yıkmayı hem de ülkenin Dışişleri Bakanına taahhüt altına aldırmaktadır.

            Sözleşme her şeyden önce “Aile” kavramını kabul etmemekte ve bunun yerine “ev içi” kavramını kullanmaktadır. Aynı evde yaşama ile sınırlandırdığı aileyi de kadın için bir tehlike yeri olarak görmekte ve bunu merkeze alarak imzacı devletlere çeşitli yükümlülükler yüklemektedir. Aşağıda sözleşmede getirilen yükümlülükler ve düzenlemeler sırasına göre yazıldıktan sonra hemen altına notlar şeklinde tespit ve kanaatlerimiz yazılmıştır;

  1. Sözleşme, amacını onlarca uluslararası sözleşme ve amaca bağlayarak bu amaçların uygulanması için bir “İZLEME MEKANİZMASININ” kurulmasını öngörmektedir.

Not 1: Bu madde ile sözleşme kendisine bir meşruiyet ve güç zemini oluşturmakta ve amacının uygulanmasını garanti altına almaktadır. Oysa “izleme mekanizması” denilen birim bir tür sömürge valisi veya Duyun-u Umumiye teşkilatı gibi faaliyet göstermekte ve taraf devletin egemenlik hakkını ve bağımsızlığını sınırlamaktadır.

  • Sözleşmeye göre “Kadına yönelik şiddet” tabirini imzacı taraflar, ister kamusal ister özel alanda olsun fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik veya acı ve ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma olarak anlamalıdır.

Not 2: Bu düzenleme “şiddet” tanımını normal sınırlarının dışına çıkarmakta ve “psikolojik şiddet”, “ekonomik şiddet” “tehdit şiddeti” “ özgürlükten yoksun bırakma şiddeti” gibi yeni şiddet tanımları getirmekte ve bunların olma ihtimalini dahi şiddet saymaktadır. Bu düzenlemeye göre hanımının bir yanlışına surat asan koca, kız kardeşine şu yanlışı yaparsan seni rezil rüsvay ederim diyen bir ağabey, kötü veya gereksiz şeylere harcama yapan kızına o gün harçlık vermeyen veya istediği miktarda harçlık vermeyen baba, yine gece yarısı erkeklerle gezmek için dışarı çıkmak isteyen 13-14-15 veya 16 yaşındaki kızını dışarı bırakmayan baba, terbiye dışı davranış içinde bulunan yeğenini azarlayan amca veya dayı kadına şiddet uygulamış oluyor ve sözleşmeye göre yukarıda saydığımız fiillerin tamamını sözleşmeye taraf devlet suç olarak düzenlemek ve ağır şekilde cezalandırmak zorunda bırakılıyor.

  • Sözleşmede geçen “aile içi şiddet” kavramını imzacı taraflar aile içinde veya dışında, mağdur ve fail aynı evi paylaşmasa dahi, eski veya yeni eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi olarak anlamalıdır.

Not 3: Bu düzenlemede kadına şiddetin ismi kurnazca “aile içi şiddet” olarak tanımlanıp akıllarda aile kavramı olumsuzlandıktan sonra bu kavram aile olmayan kişilere de şamil kılınmaktadır. Burada neden bu kavram “sevgililer arası şiddet, partnerler arası şiddet, ev arkadaşları arası şiddet veya eski eşler arası şiddet” olarak tanımlanıp da sonra da “aile içi şiddet” bunlara dahildir denilmediğine dikkat edilmelidir. Zira sözleşmenin amacı sevgililiği, partnerliği veya ev arkadaşlığını yok etmek veya kötülemek değil, aileyi çökertmek ve itibardan düşürmektir.

  • Sözleşmeye göre; İmzacı taraflar “toplumsal cinsiyet” tabirini kadın ve erkek için toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler olarak anlamalıdır.

Not 4: Sözleşme bu düzenleme ile yaradılıştan gelen Biyolojik Cinsiyete karşı yeni bir kavram getirmektedir. Bu düzenlemenin zeminini oluşturan inanca göre kadın ve erkek Allahın yarattığı değildir. Kadını da erkeği de toplum yaratmıştır. Toplum kadını kadın olarak, erkeği de erkek olarak yetiştirdiği için cinsiyetler böyle olmuştur. Oysa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği gereği kadını kadın olarak erkeği de erkek olarak yetiştirmek eşitliğe aykırıdır ve kadın ve erkeğe toplumsal olarak gelenekler ve dinler çerçevesinde biçilen roller eşit olmayıp kadın aleyhine eşitsizlik ve haksızlık içermektedir. Bu minvalde ileride de göreceğimiz gibi okullarda kız ve erkek çocukların aynı tuvalete gitmesi, öğretmenlerin öğrencilere kızım veya oğlum diye hitap etmemesi, resmi belgelerde Annesi veya Babası yerine Ebeveyn 1 ve Ebeveyn 2 yazılması, kızlara bebek oyuncak, erkeklere top veya araba, silah gibi oyuncaklar alınmaması, uyum ve birlik için, toplumsal cinsiyet eşitliği için bunun tersinin yapılması, okul kitaplarındaki resimlerde kız şeklinde erkek çocuk, erkek şeklinde kız çocuğu resim ve çizimlerinin bulunması gibi uygulamalar yapılmaya çalışılmış ve hatta pilot girişim olarak aynı tuvaleti kullanma girişimi bilimsel olarak itibar sahibi olan ODTÜ’den yapılmaya çalışılmıştır.

  • Sözleşmeye göre; İmzacı taraf, 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da bu sözleşme çerçevesinde “kadın” olarak görmeli ve sözleşmedeki hakları onlar için de aynen tanımalıdır.

Not 5: Sözleşme bu düzenleme ile yaşı kaç olursa olsun kız çocuklarını kadın tanımı içine almakta ve onları da sözleşmenin ifsad edici atmosferine dahil etmektedir. Bu kapsamı genişleten tanımlama ile ailesiyle herhangi bir nedenle tartışmış veya küsmüş bulunan 9-10 yaşındaki veya ergenlik çağındaki bir kız çocuğu bile ailesinden alınarak sığınma evine götürülebilecek ve bulunduğu yer ailesinden gizlenerek görüşmeleri engellenebilecektir.

  • Sözleşmeye göre; İmzacı taraf, kadınlarla ilgili sivil toplum kuruluşlarına mali ve beşeri kaynak tahsis eder, bu kuruluşları teşvik eder, destekler ve bu kuruluşlarla etkin işbirliği tesis eder.

Not 6: Sözleşmeye göre imzacı devlet bu sözleşmenin hizmetinde olan sivil toplum kuruluşlarını devlet mali açıdan ve insan kaynakları açısından desteklemek zorundadır ve onlarla etkin işbirliği yapmak zorundadır. Bu maddeyi tam olarak anlamak için STK görünümlü bu kuruluşların çoğunun yerli işbirlikçilerden oluşan ve dış ülkelerden proje desteği adı altında milyon dolarlar alan ve kültürel işgal ordularına rehberlik ve yataklık eden yerli ajanlar olduklarını bilmek gerekir.

  • Sözleşmeye göre; İmzacı devlet bu sözleşmenin amacını gerçekleştirmek için bir veya birden fazla resmi kurum görevlendirir. Bu kurum veri toplanmasını koordine eder, verileri analiz eder ve sonuçları yayınlar. Taraflar bu kurumların diğer devletlerin kurumlarıyla doğrudan iletişim kurma ve ilişkiler geliştirme imkânı sağlar.

Not 7: Bu madde ile Sivil Toplum kuruluşları ile yapılamayan bir kısım işlerin resmi bir kurum üzerinden yapılması ve faaliyetlere resmi bir hüviyet kazandırılması için devlet içinden bir birimin bu sözleşmenin uygulanması ile görevlendirilmesi ve bu kurumun veri toplanmasını koordine etmesi, analizler yapması ve kamuoyu oluşturulması için de bunları yayınlaması istenmekte ve ayrıca bu kurumun Türkiye devletinden ve üstlerinden bağımsız olarak da muadil kurumlarla iletişim kurma ve geliştirme imkânı sağlaması istenmektedir. Yani devlet içinde devletten bağımsız olarak iş gören, dışarıyla iş tutan bir kurum tasarlanmaktadır. Dikkat çekmek isteriz ki İç işleri, Dış İşleri veya Milli Eğitim ya da Tarım Bakanlığının bile doğrudan muadil kurumlarla devletin kendinden üst makamlarından bağımsız olarak ilişki kurma ve geliştirme, içe dair bilgi ve istatistikleri dışarıya aktarma yetkisi yoktur.

  • Sözleşmeye göre; Taraf devletler Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet eylemi hakkında tasnif edilmiş biçimde uygun istatistiki veriyi düzenli aralıklarla toplamayı ve bu konulardaki araştırmaları desteklemeyi, düzenli aralıklarla her türlü şiddet biçiminin yaygınlığını ve eğilimlerini değerlendirmek üzere nüfusa dayalı anketler yapmayı taahhüt eder ve toplanan tüm bilgileri sözleşmenin 66.maddesinde belirtilen “Uzmanlar Grubuna” iletir ve toplanan bilgilerin kamuya açık olmasını sağlar.

Not 8: Bu madde ile imzacı devlet düzenli aralıklarla her türlü şiddet eylemi hakkında tasnif edilmiş biçimde istatistiki veri toplamakla, bu konudaki diğer kişi ve kuruluşların araştırmalarını desteklemekle ve bir de düzenli aralıklarla anket çalışmaları yaparak toplumdaki şiddet eğiliminin ve yaygınlığını değerlendirmekle görevlendirilmektedir. Yani karşı taraf sürekli olarak kaşıyacağı yara hakkında bilgi sahibi olmak istemekte ve yaranın her zaman açıkta görünür olmasını istemektedir. Bilgi çağında yaşadığımız düşünülüp bahsi geçen bilgilerin istihbari değeri düşünüldüğünde muazzam değerdeki bu bilgiler Grevio ve onun uzantıları durumundaki STK’lar ve Aile Bakanlığı içindeki devletten kısmen bağımsız kurum üzerinden tüm Avrupa ülkelerine servis edilmektedir. Bu konuda lütfen sadece 1 dakika düşünelim; Ordudaki hangi subayın eşiyle veya kızıyla ne gibi kavga ve tartışmaları ile mahkemeleşmeleri olduğu, istihbarat veya Dış İşlerinde çalışan bir şahsın ailesindeki tartışma konularının ayrıntıları, Bakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Genel Müdürlük veya önemli şirketlerin CEO’larının aile içindeki tartışmaları, aldatma durumları veya aile içi huzursuzluklar Avrupa ülkeleri ve dolayısı ile bunların İstihbaratları tarafından bilindiğinde bunun getirisi ve götürüsü üzerine lütfen biraz düşünelim ve Ege’deki aile bağlarından, Güneydoğudaki aile bağlarının son halinden Karadeniz’deki ailevi sorunların en son halinden veya Marmara’daki aile yapısı ile geldiği son noktadan sık sık ve düzenli aralıklarla Avrupa’nın her an haberdar olduğunu düşünelim. Elektrik şirketlerinin evinizin aboneliğini yaptırdığınızda evinizde bulunan oda sayısını, anahtar ve piriz sayısını, kablo geçen duvarları bile proje olarak size çizdirip bu bilgileri bilgisayara işlediğini, elinde tuttuğunu da düşünün ve bu bilgilerin ne kadar elzem ve riskli olduğuna siz karar verin.

  • Sözleşmeye göre; sözleşmeyi imzalayan devlet, kadının aşağılık bir cins olduğu veya kadın ve erkek için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü farklı uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli yasal ve sair diğer tedbirleri alır ve sözleşme kapsamındaki amaçları gerçekleştirmek için erkekleri ve erkek çocukları başta olmak üzere toplumun tüm üyelerinin aktif katkı sağlamasını teşvik eder.

Not 9: Bu düzenlemede geçen “kadının aşağılık bir cins olduğu” tabiri bugün itibariyle hiçbir toplumda kullanılmayan, düşünülmeyen bir durum olduğu herkesin malumudur. Kaldı ki bu tür koruyucu sözleşmelerde ve kanunlarda bizim de kodifikasyon ilkelerinde ve derslerinde gördüğümüz üzere olumsuz olan ve engellenmek istenen hususlar fazla dile getirilmez. Oysa burada sözleşme, toplumlar içerisinde olmayan kötü ve yanlış bir düşünceyi en tahkir edici şekilde dile getirmektedir. Bu şekilde dile getiriliş kadınlar kadar sözleşmeye taraf olan devletler için de bir tür hakaret gibidir taraf ülkelerde sanki böyle bir inanç varmış gibi bir algı oluşturduğu için. Bu tanımlamanın kullanılması aslında Avrupa’nın ve feministlerin sözleşmenin düzenlendiği ülke olan Türkiye’ye bakışını göstermekle beraber bize göre bu tanımın kullanılmasının asıl amacı kendisinden sonra gelen düzenlemeyi yumuşak gösterme ve dikkatleri ondan kaçırma amaçlıdır. Şöyle ki; bu ağır ve ölçüsüz iddiadan sonra Türkiye’nin örf ve adeti, sosyal ve kültürel davranış biçimleri, gelenekleri kadın ve erkekler için farklı kalıplar geliştirdiği ve her iki cins için alışılagelmiş roller biçmiş olduğu için tüm bunlara karşı hukuki ve diğer tedbirlerin alınmasını şart koşmuştur. Yani bunların ortadan kaldırılmasını istemiştir.

      Kadınlardan taraf gibi gözüken ve erkeği şiddetin kaynağı ve sebebi gibi gösteren sözleşme bununla da kalmayarak sözleşmeyi imzalayan devletin kadını putlaştıran ve erkeği de düşman ve tehlike olarak gösteren bu tavrına devlet tarafından toplumun tamamının, erkeklerin ve hatta erkek çocukların da destek vermesinin sağlanması istenmektedir.

  1. Sözleşmeye göre; Taraf devletler, kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus”un bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar.

Not 10: Bu düzenlemeye göre kültür, örf, adet, gelenek ve dinin varlığı kabul edilmekle beraber varlığı dahi kabul edilmeyen ve “sözde” olarak nitelendirilen NAMUS kavramının herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını taraf devlet hukuki düzenlemelerle sağlamak zorundadır.  Yani örf adet, gelenek veya namus sebebiyle anne veya baba veya ağabey ya da amca dayı terbiye etmek amacıyla olsa dahi kızını, kardeşini, kız yeğenini azarlayamaz, ona surat yapamaz veya ona küsemez, harçlığını kesemez. Zina eden, eşini aldatan, terbiye ve adap dışı yaşam süren eve alkol getiren veya alkollü gelen çocuğuna psikolojik, ekonomik veya fiziksel şiddet olarak tabir edilebilecek en ufak bir davranışta bulunamaz. Bulunursa bunlar mazeret olarak kabul edilemez. Hatta bu düzenlemeye göre karısını başka bir erkekle zina halinde gören kişi şeref, namus, dine göre zina veya örf ve adete göre aldatma durumu nedeniyle eşine bir tokat dahi atamaz, atarsa bunun cezasında tahrik nedeniyle bir indirim yapılamaz (mazeret oluşturmama hali) ve tam tersine cezalar arttırılarak verilmeli ve mağdur denilen kadının şikayeti dahi aranmamalıdır sözleşmesinin bu maddesine göre.

 Sözleşmeye göre taraflar bu sözleşmenin amacını gerçekleştirmek için düzenli aralıklarla ve her seviyede farkındalık yaratma kampanyaları ve programları geliştirir ve yürütür ve sözleşmenin amacına yönelik tedbirlere ilişkin bilgilerin kamu genelinde geniş biçimde yayınlanmasını sağlar.

Not 10’un devamı; bu paragrafta ise yapılan empozenin-endoktrinin dozunun yüksek oluşu ve toplum kültürüne Bodoslama bir saldırı yapıldığı endişesi nedeniyle sözleşmede ileride de sık sık dile getirildiği gibi; sözleşmenin amacını gerçekleştirmek için düzenli aralıklarla ve her seviyede (yani bebeklerden 70-80 yaşlarına kadar, en fakirinden en zenginine kadar her kesime hitap edilerek (Suriyeliler de dahil) kampanyalar yapılması ve programlar geliştirilmesi ve tedbirlere ilişkin bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması istenmektedir. Dikkat edilirse sözleşme kamuoyu bilgilendirilmesi adı altında psikolojik harekata özel bir önem vermektedir. Zira mimarları da sözleşmenin öngördüğü hedef ve amaçların topluma çok yabancı ve ters olduğunun farkındalar..

  1. Sözleşmeye göre taraflar öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak, kadın erkek eşitliği, kalıplaştırılmamış cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, şiddetsiz çatışma çözümleri, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim malzemelerinin resmi müfredat içerisine ve eğitimin her seviyesine eklenmesi ve bu ilkelerin resmi eğitim dışındaki eğitim faaliyetlerinin yanı sıra sporda, boş zaman ve kültür faaliyetlerinde ve medyada desteklenmesi için gerekli adımları atar.

Not 11: Bu madde taraf devletin, yani bizim açımızdan Türkiye’nin öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak yani Anaokulundan başlayarak kadın ve erkeğin eşit olduğunun, bilinen cinsiyet kalıpları dışında da yani kadın ve erkek dışında da cinsiyet rollerinin bulunduğunun, -yani LGBTİ+ sapkınlığının varlığı ve meşruluğu kastediliyor- karşılıklı saygı denilerek sapkınlıklara hoşgörü ile bakılmasının, toplumsal cinsiyet ve şiddet konusunun öğrencilere öğretilmesi ve bu konuların eğitimin her seviyesine eklenmesi ve bu ilkelerin resmi eğitim dışındaki tüm eğitimlere ve zaman ve çalışmalara genişletilmesi devletten istenmekte ve yine işin halkı ikna ve psikolojik harekat kısmı ihmal edilmeyerek kültür faaliyetlerinde ve medyada desteklenmesi için devletin gerekli adımları atması istenmektedir. Esasen burada asıl kastedilen ve talep edilen husus kadın ve erkek dışındaki sözde cinslerin kültürel faaliyetlerde, medyada ve okul kitapları ile müfredatlarında görünür kılınması ve kabul görmesi ile öne çıkarılmasıdır.

  1. Taraf olan devlet, sözleşmenin amacına uygun uygulamalar için uzmanları eğitir ve farklı kurumlara da eşgüdüm için eğitim verir.

Not 12: Bu düzenlemede sözleşmenin uygulanması için içerden tahkimat yapılmakta ve Truva atları için kadrolar yetiştirilmesi istenmektedir.

  1. Taraf olan devlet, mağdur kadınlar için yeteri kadar sığınma evi açar ve şikâyetler için 7 gün 24 saat hizmet verecek ücretsiz telefon yardım hattı kurar.

Not 13: Bu düzenlemede sözleşmenin amacı için kadın sığınma evleri açılması ve ALO 183 hattının kurulması kastedilmektedir. Bu talep ikiletmeden yerine getirilmiştir. Bu hattın kurulması ailenin dibine dinamit koymaktan farksız bir durumdur. Zira dikkat çekilen yere bakan çok olur. Mesela bugün ortada olmayan, akla dahi gelmeyen bir konuda mesela Avukatları şikayet diye 111 nolu bir hat kurulsa ve bu hat ücretsiz olarak 7 gün 24 saat hizmet verse acaba şikayet edilmeyen Avukat kalır mı? Ya da 113 diye Polisi veya Zabıtayı şikayet hattı veya komşuyu şikayet hattı kurulsa acaba şikayet edilmeyen polis, zabıta veya komşu kalır mı? İşin ilginç yanı Alo 183 aile içi şiddet diye bir telefon kurulmasına rağmen aile içi şiddetten daha fazla öldürme ve şiddet olayları olan sevgili ya da dost! Şiddeti için neden bir sevgili şiddeti hattı kurulmamaktadır! Bu hattın kurdurulmasındaki amaç yarayı iyileştirmek değil, daha çok kaşıyıp kanatmaktır.

  1. Taraf devlet, sözleşmenin amacına uygun ihbarları teşvik için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 14: Sözleşmenin ihbarın teşvik edilmesini talep eden bu düzenlemesi Türkiye’de henüz istenilen ve kastedilen düzeyde uygulanmamıştır. Zira bu maddeden kastedilen komşum karısını dövüyor, filan kişi sevgilisini dövüyor, beraber olduğum kız arkadaşımı babası dövüyor, beraber içki içeceğimiz kız arkadaşımı babası dışarı bırakmıyor gibi ihbarlara mali suçlar veya uyuşturucu suçlarını ihbar edenlere ikramiye verilir gibi bu kişilere de ikramiye veya ihbar parası verilmesini sağlayan bir yasal düzenleme istenmektedir. aNcak bu talep henüz yerine getirilmemiştir.

  1. Mağdur kişinin fail, sigorta veya devlet tarafından finanse edilen sağlık ve sosyal hizmetler gibi kurumlardan mağduriyetinin karşılanmaması durumunda makul bir süre içinde yeterli miktarda devlet tazminatı ödenir. Bu hüküm mağdurun güvenliği için gereken özen gösterildiği sürece devletin failden verdiği tazminatı geri istemesine engel teşkil etmez.

Not 15 : Bu düzenleme şiddet mağduruna devletin tazminat ödemesini düzenlemektedir.Bu talep de henüz fiiliyata geçmemiştir.

  1. Taraflar, tehdit ve zorlama yoluyla kişinin psikolojisini etkileyen davranışları, taciz davranışlarını ve fiziksel eylem içeren davranışları cezalandırmak için hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 16 : Bu düzenlemede tehdit, taciz, psikolojik zorlama ve fiziksel davranışlar konusunda yasal düzenleme istenmektedir.

  1. Taraflar, kişinin rızası olmaksızın; herhangi bir organıyla veya bir cisimle vajinal, anal veya oral olarak veya diğer cinsel nitelikli eylemlerde bulunmayı, rızası olmayan bir kişinin üçüncü bir kişiyle cinsel nitelikli eylemlerde bulunmasına neden olmayı cezalandırmak için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır. Taraflar yukarıda sayılan suç düzenlemelerinin iç hukuk tarafından tanındığı şekliyle eski ve şu anki eşlere veya partnerlere karşı işlenen eylemler için geçerli olmasını sağlamak üzere gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 17 : Bu düzenlemede taraf devletlerin cinsel suçlar için düzenleme yapması gerektiği tecavüz fiilinin kapsamı değiştirilip genişletilerek istenmekte ve ısrarla ve hususen bu suçların resmi evli veya evli gibi yaşayan kişilere dahi uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Buradaki isteği Türkiye’nin harfiyen sözleşmeden 6 yıl kadar önce Türk Ceza Yasasının 102.maddesinin 2. Fıkrasında düzenlemiş bulunması dikkat çekicidir ki bu maddede hem tecavüz fiili normalin ve bilinenin dışında geniş tanımlanarak, genel rızanın dışında ani ve geçici isteksizlik hali dahi tecavüz içinde değerlendirilmiş ve kocanın karısına tecavüzü diye suç maddesi düzenlenmiştir. O halde İstanbul sözleşmesi bazı noktalarda sebep bazı noktalarda ise sonuçtur, taçlandırmadır.

  1. Taraflar kadın sünnetini suç saymak için gerekli tedbirleri alır ve hukuki düzenlemeyi sağlar. Ayrıca taraflar cinsel taciz davranışlarının suç sayılması için gerekli hukuki tedbirleri alır.

Not 18 :Her iki düzenlemede taraflarca kadın sünnetinin yasaklanması ve suç sayılması ile cinsel tacizin suç sayılması istenmektedir.

  1. İmzacı devlet, herhangi bir şiddet eylemi için yapılan ceza yargılamalarında kültür, gelenek, din, görenek veya namus gibi gerekçelerin kabul edilmemesini-yani cezasızlık veya indirim nedeni olmamasını- sağlamak için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır. Bu özellikle, mağdurun kültürel, dini, sosyal veya geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını veya törelerini ihlal ettiği iddialarını da içerecektir. Yapılan hukuki düzenlemelerde ve cezalandırmalarda mağdur ile failin arasındaki ilişkinin niteliğine bakılmaksızın tatbik edilecektir.

Not 19 : Bu düzenleme ile imzacı devletten kadına şiddetle ilgili ceza yargılamalarında kadının kendisine uygulanan şiddet konusunda sebep olarak kültürel, geleneksel, dini veya namus yönünden bir kusuru olsa bile bunun failin cezalandırılmasında tahrik indirimi ve sair suretlerle uygulanmamasını talep ediyor. Yine ilginç bir şekilde bu düzenlemedeki talep de 2005 yılında çıkarılan Ceza kanununda ve akabindeki Yargıtay içtihatlarında da harfiyen uygulanmıştır. Bu sözleşmeden sonra da bu çevreler daha da ileri giderek tamamen Hakimin takdirinde olan sanığın duruşmadaki hal ve durumuna göre takdir edilen 1/6 oranındaki takdiri indirimi de haber ve eleştiri konusu yaparak uygulamada kadınlarla ilgili suçlarda bunu dahi kaldırmışlardır.

  • Taraflar bu sözleşme kapsamındaki suçları işleyenlerin iadesi ve iade için özgürlüğünün kısıtlanması ve ayrıca ebeveyn haklarının elinden alınması tedbirleri için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 20 : Bu düzenlemede de sözleşmenin kapsadığı suçlarda devletlerarası iade, özgürlüğün kısıtlanması ve ebeveyn haklarının elinden alınması gibi ağır yaptırım ve tedbirlerin yasalaştırılması talep taraf devletlerden talep edilmiştir.

  • İmzacı devlet sözleşme kapsamındaki fiilleri kendi kanununda suç olarak düzenlemiş bulunsa dahi sözleşmede geçen suçların eş veya aile mensupları tarafından işlenmesi, defalarca işlenmesi, savunmasız bireye karşı işlenmiş olması, çocuğa veya çocuğun gözü önünde işlenmiş olması, iki veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmiş olması, suç öncesi veya esnasında aşırı şiddete başvurulmuş olması, silahla veya silahlı tehditle işlenmiş olması, suçun fiziksel veya psikolojik zararla sonuçlanmış olması, failin daha önce de aynı suçlardan hüküm giymiş olması durumunda bu durumlar ağırlaştırıcı neden sayılır ve cezanın bu durumlarda arttırılması için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 21 : Bu düzenlemede de sözleşmenin amacı kapsamındaki suçlar bakımından suç olarak düzenlenmesi yeterli görülmeyip en ağır şekilde cezalandırılmaları ve nitelikli suç olarak kabul edilip özel ceza artırımlarının uygulanması talep edilmektedir.

  • Bu sözleşmeyi imzalayan devlet, bu sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak Arabuluculuk ve Uzlaştırma da dahil olmak üzere alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini YASAKLAMAK üzere gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 22 : Sözleşmenin yıkıcı etkisini arttıran maddelerden biri de budur ki bu maddedeki düzenleme aile içinde olarak karı-koca, gelin kaynana veya kardeşler veya akrabalar arasında geçen sorun ve fiillerle ilgili olarak Arabuluculuk veya uzlaştırmanın yasaklanmasını ve buna ilişkin alternatif çözüm süreçlerini yasaklayan yasal düzenlemeler yapılmasını şart koşmaktadır. Oysa biraz ileride göreceksiniz ki menfaatleri birbiri ile çatışmada olan, bir araya gelmeleri nadir olan ve bu sözleşme için bazı konularda sözleşmek için bir araya gelmiş devletlerin sözleşmenin yorumlanmasında veya uygulamasında ihtilafa düşmeleri halinde bu uyuşmazlıkları öncelikle “müzakere”, “uzlaşma” ve “tahkim” yani birlerinin hakem olarak araya girmesi veya karşılıklı anlaşmayla kabul edilen diğer “barışçıl” yollarla çözmek için çaba gösterirler demektedir. Yani sözleşmeyi hazırlayan zihniyet sahipleri bu madde ile niyetlerini tam olarak ortaya koymakta ve amaçlarının ailenin dağılmaması veya sulh, sükunet olmadığını açıkça göstermektedirler. Münafıkça ve çifte standartlı bir yaklaşım ile birbirine sürekli muhtaç ve bağlı olan aile için kabul etmeyip yasaklanmasını istedikleri arabuluculuk, uzlaştırma, tahkim veya karşılıklı anlaşma gibi yolları kendi sözleşmeleri için doğacak ihtilafta devletler için ön ve son şart olarak ileri sürmektedirler.

  • Taraf devlet, aile içi şiddet failine mağdurun ikamet ettiği bölgeyi terk etme, onunla irtibat kurmayı yasaklama gibi kısıtlama ve koruma tedbirleri içeren kararlar için hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 23 : Türkiye’de halkın en çok tepkisini çeken ve menfur sözleşmenin zulmünü hissetmesine sebep düzenleme budur. Bu madde ile sözleşme taraf devletlere aile içi şiddetle suçlanan kişiye ikametten, evden, talep edenden uzaklaştırma kararı verilmesini sağlayan yasal düzenlemeler istemektedir. Ne acıdır ki sözleşmeyi imzalayanlar da dahil hiçbir devlet böyle bir düzenlemeyi yapmamışken Türkiye’de sözleşme daha yürürlüğe girmeden ama imzalandıktan sonra 6284 sayılı yasa yapılmış ve sözleşmenin bu maddesi onların istediğinden de fazlasıyla ve en ceberut haliyle uygulamaya konulmuştur. Bu aile ve toplum yıkım düzenidir ki mimarı olan Fatma Şahin’e İtalya Cumhurbaşkanının himayesinde olan Minerva Anna Maria Mammoti ödülünü, Gasronomi ödülünü, Yılın Belediye Başkanı seçilme ödülünü, Belediyeler Birliği Başkanlığını, Golden City Awards 2016 ödülünü ve yine İtalyan en yüksek devlet ödülü olan Liyakat Nişanını almasına vesile olmuştur. Fatma Şahin İtalya ve Avrupa’ya ne hizmet yaptı ki onlardan bu kadar ödül aldı. Fatma Şahin’in “Bu ödülü alan ilk Türk kadını olmakla onur duyduğunu” söylediği bu ödül acaba memleketimizin ne kadar menfaatinedir.Ödülün Türkiye’nin karşı komşusu ve nüfus emsali olup genç nüfusu hızla eriyen İtalya’dan gelmesi ayrıca dikkate çekicidir.

  • Taraf devlet, hukuki veya cezai davada mağdurun cinsel geçmiş ve davranışlarına ilişkin kanıtlara YALNIZCA KONUYLA İLGİLİ VE GEREKLİ OLMASI HALİNDE izin verilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.

Not 24 : Bu maddede kadının kutsallığına halel getirecek tartışmalara yargılamalarda halel getirilemeyeceği ve sanığın savunması veya adil bir yargılama için de olsa çok sınırlı olmak koşuluyla yalnızca konuşla ilgili ve gerekli olması halinde mağdurun cinsel geçmişine ve davranışlarına sınırlı olarak bakılabileceği düzenlenmektedir.  Yani uygulama diline çevirecek olursak fuhuş yapan bir kadın parası konusunda anlaşamadığı için müşterisi olan erkeği tecavüzden şikayet ederse bu kadının geçmişi, kişiliği, fuhuş yapıp yapmadığı araştırılamayacaktır. Şikayet ettiği kişinin bekaretine sebep olduğunu beyan eden kadının beyanının ispatı veya çürütülmesi için daha önce kimlerle düşüp kalktığı veya bekaretini ne zaman yitirdiğine dair araştırma yapılamayacak, şahit dinlenemeyecek ve belge ve bilgi istenemeyecektir. Ancak sanığın suçsuz olduğuna dair ciddi bir kanaat uyanıyorsa onun beraatına yetecek kadar fakat şikayetçi kadının iftiradan yargılanmasına ulaşamayacak derecede sınırlı bir araştırma yapılabilecektir.

  • Sözleşmeye taraf olan devletleri sözleşmenin uygulanması konusunda GREVİO denilen Uzman Grubu izler. Bu grubun üyeleri ile heyetlerin diğer üyeleri sözleşmenin ek bölümünde kabul edilen imtiyaz ve muafiyetlerden yararlanırlar.

Not 25 : Bu madde taraf devletin bağımsızlığına ve özgürlüğüne halel getiren Duyun-u Umumiye veya güncel versiyonu olan İMF benzeri GREVİO denilen bir üst Uzmanlar Gurubu öngörmektedir. Ek bölümde uzmanlar grubuna ve onlarla beraber ülkeye gelen heyetlere diplomatik dokunulmazlık verilmesi talep edilmektedir. Bunu düzenleyen 66.maddeye yapılan ek ‘te bunlar için birçok muafiyet ve imtiyaz düzenlenmiş ve diplomatik dokunulmazlığın ötesinde adeta Irak’ta Kimyasal Silah arayan Uluslar arası heyet veya İran’da Uranyum zenginleştirme çalışmalarını araştıran Uluslar arası heyet gibi yetkilerle donatılmışlardır.

  • İmzacı devlet Sözleşme kapsamındaki suçların soruşturulmasının mağdurun şikayetine bağlı olmaması ve şikayetinden vazgeçse veya ifadesini geri alsa dahi kovuşturmanın resen devam ettirilmesini sağlamak için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri almalıdır.

Not 26 : Aileye atılan parça tesirli bomba vasfındaki sözleşme içeriğini yıkıcı kılan çivilerden/maddelerden biri de budur. Zira bu maddeye göre sokakta birbirini tanımayan ve uzlaştırılmalarında, barıştırılmalarında veya şikayetten vazgeçmelerinde toplum veya şahıslar açısından büyük önem arz etmeyen kişilerin şikayetten vazgeçme veya ifadesinden dönmesi ile takipsizlik veya beraat ile sonuçlanan meseleler aile içinde, kardeşler veya karı koca veya gelin kaynana arasında olursa şikayete bağlı olmadığı gibi şikayetten vazgeçmek veya ifadesinden dönmek de mümkün değildir ve devletler bu durumlarda dahi soruşturma ve kovuşturma yapmak ile mükelleftir ve iç hukuklarını buna göre düzenlemek zorundadırlar. Burada da sözleşmeyi düzenleyen feminist mantığın ikiyüzlü kişiliğini görmekteyiz, zira feminist anlayış ataerkil zihniyetin kadının iradesini kabul etmediğini, iradesini dikkate almadığını ve onu gayrı mümeyyiz gördüğünü ileri sürmesine rağmen bu maddede ve bu maddeye dayanan yasal düzenlemelerde kadının şikayeti olup olmaması yönündeki iradesini, şikayetten vazgeçme iradesini, ifadesine yön verme ve değiştirebilme iradesini tanımamakta ve kadına adeta senin aklın yeterli değil, sen kendin için ve ailen için karar alamazsın, ben veya benim yön verdiğim devlet senin hakkında ve iraden hakkında karar verecektir diyerek asıl kendisi kadını menfaatini tayin edemez ve iradesini kullanamaz bir gayrı mümeyyiz olarak görmektedir.

  • Taraf devletler Grevio’nun hazırladığı sualnameye dayanarak, sözleşmenin hükümlerini yürürlüğe sokan hukuki ve diğer tedbirler hakkında Grevio tarafından değerlendirilmek üzere Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bir rapor sunar. Grevio sunulan raporu ilgili devletin temsilcisiyle birlikte değerlendirir. Grevio kendisinin belirlediği aralıklarla ilgili devlete sualname sunarak rapor ister. Taraflar sualnameye ve Grevionun her türlü bilgi talebine yanıt verir. Grevio sözleşmenin uygulanması hakkında devlet dışında, sivil toplumdan, sivil toplum örgütlerinden ve insan haklarını korumaya yönelik ulusal kuruluşlardan bilgi alabilir. Gerekli gördüğü takdirde Grevio soruşturma yürütülmesi ve acilen Grevioya bilgi sunulması için bir veya birden fazla üyesini belirleyebilir ve soruşturma ilgili tarafın topraklarına ziyareti de içerebilir.

Not 27 : Bu maddede Grevio ve yetkileri bir sömürge Valisi yetkisine benzer şekilde düzenlenmiş ve Grevio denilen Uzmanlar Kurulunun imzacı devlete belli aralıklarla sualname adı altında hesap sorabileceği ve ilgili devletin de bu sualnameye rapor adı altında cevap vermek ve Grevionun istediği her türlü bilgiyi vermek zorunda olduğu düzenlenmiştir. Ayrıca Grevionun istediği taraf ülkesinde, bir kısım sözleşmenin ihlali ve kapsamıyla alakalı olarak Soruşturma yapabilmesine dair bu düzenleme başlangıç kısmında atıfta bulunulan Uluslar arası Ceza Mahkemesinin devreye konulabilmesi riskini de taşımaktadır.

  • Ulusal parlamentolar sözleşmenin uygulanması için alınan tedbirlerin izlenmesine katılmaya davet edilir. Taraf devletler Grevio’nun raporlarını kendi ulusal parlamentolarına sunar.

Not 28 : Bu maddedeki düzenlemeye göre Ulusal Parlamentoların Grevio tarafından davet edileceği ve Grevio raporlarının mecliste okunacağı da belirtilerek ulusal Parlamentolar gibi ağırlığı olan kurumlar dahi sözleşmenin bir zabıtası ve polisi, memuru durumuna getirilmektedir.

  • Taraf devletler arasında uygulama ve yorumlama ile ilgili doğacak uyuşmazlıklar öncelikle müzakere, uzlaşma ve tahkim gibi araçlarla veya karşılıklı anlaşmayla kabul edilen diğer barışçıl yollarla çözmek için çaba gösterir.

Not 29 : Yukarıda belirttiğimiz gibi Batı düşüncesinin ve feminist zihniyetin ifsad edici, yıkıcı düşüncesi ve çifte standardı bu maddede apaçık ve gün gibi ortaya çıkmaktadır. Zira yukarıdaki maddelerde aile içindeki en ufak bir tartışmaya aile yakınlarının, komşu, eş ve dostların araya girmesini, barıştırma çabalarını, arabuluculuk ve uzlaştırma çabalarının yasaklanması taraf devletlere şart koşan sözleşme kendi maddelerinin uygulanması veya yorumlanmasında doğacak uyuşmazlıklarda öncelikle müzakere, uzlaşma ve tahkim (Hakem) gibi araçlarla bir çözüm bulunmasını veya karşılıklı anlaşmayla kabul edilen diğer barışçıl yollarla çözmek için çaba gösterileceğini düzenlemektedir. Birbiriyle duygusal veya organik bağı olmayan iki tüzel kişilik olan devletler için bile çatışmayı, zıtlaşmayı, ihtilaflı kalmayı, inatlaşmayı veya sorunu ortada bırakmayı kabul etmeyen sözleşme ve onu yapan zihniyet sahipleri birbirini severek evlenmiş, hayatlarını her şeyiyle birbirine katmış, bir’leştirmiş, kelimenin tam anlamıyla bir olmuş karı koca arasında, aile içinde kardeşler arasında, akraba arasında uzlaşmanın, barışmanın, araya girip arabuluculuk yapmanın, sulh olmanın, barışçıl çözümlere çalışmanın yasaklanmasını ve zinhar kabul edilmemesini ve bunun yasalarla yasaklanmasını bizzat taraf devletlerden istemektedir. İşte tam bu noktada hukukçu ve sosyolog kimliğimi bir tarafa bırakarak bugün dahi bu kadar yıkıcı etkiye rağmen siyasi istikbali ve Avrupa’nın desteği için bu sözleşmeyi GURURLA İMZALADIĞINI açıklayan Ahmet Davutoğlu’nu bir insan ve bir Müslüman olarak anlamak mümkün değildir. Bir akademisyen olan ve uzmanlık alanı Uluslararası ilişkiler olan bir kişinin bu sözleşmenin arkasındaki niyeti, hedefleri ve sözleşmenin ne manaya geldiğini, yapılacak yıkımın sonucunu bilmemesi mümkün değildir. Onun açısından bunun hırs ve istikbal kaygısının ve koltuk sevdasının etkisiyle yapılmış bir tercih olduğunu görüyoruz.

      Netice olarak belirtmek gerekirse İstanbul Sözleşmesi ağır derecede bağlayıcılığı olan ve imzalayan ülkeleri bir kültürel işgal ile sarmaşık gibi saran ve tüm yasa çeşitlerinde ifsada yönelik değişikler yapan bir kültürel Sevr Anlaşmasıdır. Avrupa Konseyi güdümlü bir sözleşmedir. Düzenlediği bir kısım önemli noktalar zaten sözleşmenin kendisinden 7 yıl kadar önceden başlanarak Fetöcü bürokrasi ve akademisyen ekibi tarafından yasa ve uygulamalara yerleştirilmiştir. Sözleşme bir yönüyle başlangıç olduğu kadar kendisinden önce yapılan ifsad edici düzenlemeler yönünden de bir taçlandırma ve neticelendirmedir. Sözleşme sözde, Türkiye’de hazırlanıp İstanbul sözleşmesi olarak anılmasına rağmen sözleşme metni İngilizce ve Fransızca olarak hazırlanmış ve bu iki dildeki metinler esas alınıp imzalanmıştır.

      Sözleşmenin 80.maddesinde Fesih başlığı altında düzenlenen maddede Taraf olan her devletin istediği zaman Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle bu sözleşmeyi feshedebileceği düzenlenmiş ise de bu maddeyi kültürel işgal kuvvetlerinin özgüveni ve sıkıysa buyurun diye meydan okuması olarak anlamak gerekir. Bu madde kökleşen, yıllardır Medeni kanun, Borçlar kanunu ve Ceza Kanunu gibi maddelere girip kök salmış, uygulamalarda kendine yer ve taraftar bulmuş, ciddi bir feminist ve LGBTİ+ kitlesi bulmuş, ifsad hareketini kendi kendine işleyebilir bir noktaya getirmiş dış güçlerin bir meydan okumasından başka bir şey değildir. O kadar ki fesih hakkı tanıyan bu maddede hemen ikinci paragrafta fesih bildiriminin Genel sekreter tarafından alınmasından 3 ay dolduktan sonra yürürlüğe gireceği belirtilerek muhtemel bir fesih durumunda 3 ay içinde son örgütlenmeler yapılıp koordinasyon ağı sağlandıktan ve ülkedeki tüm mahrem bilgiler depo edilip ülke dışına çıkarıldıktan sonra Grevio ve sözleşme artıkları ülkeden çıkarılacaktır. Bu sebeple sonuç cümlesi olarak tekrar etmek gerekirse İstanbul Sözleşmesi birkaç bin veya birkaç yüz bin ailenin mutsuzluğu veya parçalanması meselesi değildir; TAM OLARAK ÜLKE MESELESİDİR, MİLLET MESELESİDİR, GELECEK MESELESİDİR VE VAR OLMAK VEYA YOK OLMAK MESELESİDİR!

Son Not: Bir Sosyolog olarak gözlemledim ki Batı’nın bu tür ifsad hareketlerinde iki yön, iki siyaset vardır. Şöyle ki; Hükümet eliyle yaptıkları ifsatlar uygulanıp neticeye varırsa halkı düşürmüş olurlar, halk uyanıp ifsadı engelleme çabasına girişip uygulamalara son verir veya verdirirse bu sefer de eliyle ifsadı yaptırdıkları veya içinden bir kısmını devşirip kullandıkları Hükümeti, halk nezdindeki itibar kaybını hızlandırarak devirmeye çalışırlar. Zira hatası engellenen veya hatasını anlayan bir hükümet onların lehine olamayacaktır. Bu yüzden Doğu ülkelerinin çoğu kazandım dediği anda kaybetmektedir ve bu kayıplar süreklilik kazanmaktadır. Bu sebeple bu sözleşmeye tepki verirken onların istediği son noktaya gelmemek ve kazanalım derken yeni bir kayıp noktasına gelmemek için ölçülü olmak, yapıcı olmak gerektiği kanaatindeyim.

SOSYOLOG-AVUKAT İLHAMİ SAYAN
ilhamisayan@gmail.com
Tel : 0 212 491 0403


Sosyolog Avukat İlhami SAYAN kimdir?

1977 yılında Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde doğmuş, ilk ve orta öğrenimini Bağlarbaşı Köyünde tamamladıktan sonra Birecik Lisesinden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1999 yılında bitirerek İstanbul’da 2000 yılından beri 20 yıldır Ceza alanında serbest Avukatlık yapmaktadır. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu olan Sayan, halen Bahçeşehir Üniversitesi Kamu Hukuku Bölümünde Yüksek Lisans ve Eskişehir Anadolu Üniversitesinde Tarih Bölümü öğrencisi olup evli ve 4 çocuk babasıdır.

      Sayan, Avukatlığın ve Sosyologluğun verdiği sorumluluk ile sosyal meselelerle ilgilenmekte çözüm için en önce sorunların ortaya koyulması gerektiğine inanarak sosyal medyada sosyal sorunları ortaya koymaya çalışmakta ve talep eden tüm dernek, vakıf, sendika ve topluluklara hiçbir ücret veya masraf talep etmeden konferans vermekte ve panellere katılmaktadır. Sayan Aile konusuna önemine binaen özel hassasiyet göstermekte ve aileyi yıkmaya dönük uygulama ve kanunlara karşı mücadele vermektedir.