Müşterek olan aile yuvasında evlilik birliğinin huzuru ve devamı için erkek ve kadının yapması gereken sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların yerine getirlimesi onları aile yapar ve bu birliktelik nikah akdiyle resmilik kazanır. Tüm toplumlarda, kadim gelenek ve dinlerde erkek ve kadının nikah akdiyle yaptığı bu birliktelik meşrudur, insanlığın devamı için gereklidir. Aile olan kadın ve erkek, artık bir anne ve babadır. Ama son günlerde bu annelik ve babalık için ön isimler, ön yaşantılar sürmanşetten hizmete sunuldu!… Bekar annelik.
Ekşi sözlükte bekar annelik şöyle tarif edilmiş: “Kadınların evlenmeden çocuk sahibi olma hadisesidir. İngilizce’de single motherhood diye adlandırılır.”
Bekar annelik ifadesi yerine babasız çocuk demenin daha doğru olduğu bu yaygın durumun, aile olmayla alakası olmadığı gibi hiçbir gelenekte ve kadim dinlerde de yeri yoktur. Özellikle batı toplumunda yaygınlık gösteren ve git gide de maalesef ülkemiz de de baş gösteren “bekar annelik,” tarif edildiği gibi masum bir durumdan ziyade, inanç ve değer yargılarına karşı açılmış bir savaştır. Ülkemizde bu misyonu üstlenen malum medya ve medyatik isimler, dini ve milli değerlerin temelini sarsmaya, toplumsal çöküşü ve yozlaşmayı hızlandırmaya yönelik bu ahlaksızlığa çanak tuttuklarını ne zaman fark ederler acaba? Fark etmelerini beklemenin çok safdillik olduğunu biliyorum ama onların da insan olduğunu düşündüğümde, böyle bir dezenformasyona zemin hazırlamanın ahlaki ve kutsal değerler bir tarafa, insanın fıtratına ne kadar ters olduğunu görmemelerini anlayamıyorum. Eyvallah, mağdur edebiyatı yapabilirsiniz ama bunu bir yaşam tarzı olarak görmek, kabul etmek ve hele de yaygınlaştırmaya çalışmak hangi akla hizmettir acaba? Bu durum bana, orduyla yapılamayan yıkımların okulla ve aileyle yapılmaya çalıştığını gösteriyor.
Bekar annelik kavramı yerine kullandığım babasız çocuk yetiştirme dayatması, alternatif aile olarak gösterilip, birlikte nikahsız yaşam ve ilişki biçimleri, topluma ve değerlerine karşı açılmış olan silahsız bir savaş değilde nedir? Hele de bunu gençler üzerindeki etkileri göz önünde tutulursa medyatik insanların “cici” birşeymiş gibi gösterip yaşamaları ne kadar kabul edilebilir? Mağdur olduğu için evlilik dışı çocuk sahibi olmanın neresi normal karşılanabilir ki? Bir de bu mağduriyetin bir yaşam tarzı gibi sunulması…
Bekar annelik tabiri yerine mağdur annelik tabiri daha uygun geliyor. Neden mi? Çünkü bir çocuğa tek başına hem annelik hem babalık yapmak kolay iş değil. Bir kere kendi içinde kimlik bunalımı yaşayan kadın, anne mi, baba mı? Bu çıkmazla çocuğunu ruhsal yönden doyuramıyor. Anneden alınacak şefkat, babadan alınacak güven ve sorumluk birbirine karışıyor. Bu da yetmezmiş gibi tek başına büyütmenin getirdiği bir duygusallıkla çocuğuna karşı bir bağımlılık geliştiriyor. Doğal olarak bu bağımlılık da çocuğun sağlıklı gelişimini engelliyor. Maddi ve manevi bir yükün altına tek başına omuz veren kadın, ne çocuğuna ne de kendine faydası olmayan bekar annelik ya da babasız çocuk yetiştirmenin kabul edilir bir yaşam biçimi olmadığını, toplumu dejenere etmek ve değer yargılarını yok etmek için bir nevi silahsız savaşın piyonu olduğunu ne zaman anlayacak? Tabi ki kadının ne olursa olsun böyle bir mağduriyeti yaşaması kabul edilemez. Bizim eleştirdiğimiz, yasak ilişkinin, birlikte yaşam ve hayat tarzı olarak sunulması, hatta teşvik edilmesi, yoksa kadının mağduriyeti gerçeği önemli bir sorun. Ama biz asıl konumuza dönecek olursak, medyaya yansıdığı için değinmeden geçemeyeceğimiz bir isim üzerinden bunu açıklamaya çalışayım.
Bu konuyu gündeme taşıyan “Muhteşem Yüzyıl”ın Hürrem’i Meryem Uzerli, aile kurumuna aykırı bir ilişki içinde oldu. Öncelikle burayı biraz açalım. Hiç bir dinde tasvip edilmeyen nikahsız kadın erkek birlikteliği evlilik olmadığı gibi, kabul edilir bir aile de olmamaktadır. İslam dini başta olmak üzere bu durum tüm dinlerde haramdır. Aile olmayan ve aile kurumu olarak resmi kabul görmeyen bu durumu, kutsal değerlere savaş açmış malum zihniyet çok iyi kullanmakta ve çok şirin göstermekte. Özellikle de mağdur edebiyatını kullanarak meşrulaştırmaya çalışmakta. Şimdi gelelim kendi konumuza, kadın fıtratına ters bir yaşam biçimi içinde olan Uzerli, yaşadığı bunalımın çaresini yanlış yerde aradı… Zirve yapan egosunu okşayan yanlış adamla bir nebze rahatladığını sanarak ikinci yanlışın dönülmez adımını attı ve nikahsız birliktelik yaşadı. Olayın üçün ayağında ise bekar anneler kevranına katılmaya karar verdi. Sonunda halk nezdindeki psikolojik literatürümüze yeni bir terim kazandırdı, “Tükenmişlik Sendromu.” Vatana millete hayırlı olsun!…
Türkiye Psikiyatri Derneği Ruh Sağlığı ve Medya Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, “tükenmiş” bireylerin bulunduğu ortamlarda, bu sürecin diğerlerini de etkileyebildiğini ve onların da tükenmişlik yaşamalarını kolaylaştırdığını bildirdi.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Doç. Dr. Kaya, “tükenme” kavramının, yorgunluk, hayal kırıklığı ve işi bırakmayla karakterize bir durumu tanımlamak için kullanıldığını da söyledi. Görüldüğü gibi yeni öğrendiğimiz bu sendrom aslında çok yakından bildiğimiz “ümitsizlik” duygusu. Tabi bunun da tek çaresi herşeyi yoktan var eden ve insana şahdamarından daha yakın olan Yüce Yaratıcısına teslim olmak. Bunu başaramayanların yakalandığı bu hastalığın yeni adı “Tükenmişlik Sendromu.” Biraz bu sendromu konunun uzmanı olan Doç. Dr. Burahanettin Kaya’dan öğrenmeye çalışalım, nedir, nasıl ortaya çıkar ve ne gibi rahatsızlıklar verir.
Tükenmişlik, duygusal tükenmişlik, duyarsızlaşma ve azalmış başarı duygusu olmak üzere üç ayrı biçimde yaşanabilir. Bu değişiklikler işe bağlı tutum ve davranışlarda değişikliklerle kendini gösterebilir. Tükenmişliğin temel özellikleri enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı negatif tutum ve aktif olarak geri çekilmeyi içerir. Bunun yanı sıra fiziksel tükenme, kronik yorgunluk, çaresizlik, ümitsizlik, negatif bir kendilik algısı, duygusal ve zihinsel tükenme de tükenmişliğin göstergelerindendir.
Tükenmenin dört evresi vardır ancak bu kişinin bir evreden diğerine geçtiği kesintili bir süreç şeklinde değil, birbiri içine geçmiş süreçler şeklinde kendini göstermesidir. “İdealistik Coşku Evresi” olarak tanımlanan birinci evrede yüksek bir umut, enerjide artma ve gerçekçi olmayan boyutlara varan mesleki beklentiler sergilenir.
Bu evrede kişi için mesleğinin her şeyin önünde olduğunu, uykusuzluğa, gergin çalışma ortamlarına, kendine ve yaşamın diğer yönlerine zamanını ve enerjisini ayıramayışına karşı üstün bir uyum sağlama çabası ortaya koyar.
İkinci evre ise “durağanlaşma” olarak tanımlanır.
Bu evrede artık istek ve umutta azalma yaşanır. Kişinin, mesleğini uygularken karşılaştığı güçlüklerden, daha önce umursamadığı ya da yok saydığı bazı noktalardan giderek rahatsız olmaya başladığı gözlemlenir. İş dışında bir şey yapmamanın giderek sorgulandığı bir durumdur.
“Engellenme” diye tanımlananan üçüncü evrede, kişinin insanları, çalışma sistemini, olumsuz çalışma koşullarını değiştirmenin ne denli zor olduğunu fark ettiği, aşırı bir engellenmişlik ve hayal kırıklığı duygusu yaşadığı görülür. Hasta bu durumda uyum sağlamaya odaklı savunma ve başa çıkma çabalarını harekete geçirir. Kullandığı uyum bozucu savunmalar ve başa çıkma stratejileri ile tükenmişliği daha da ilerletir. Giderek kendini geri çekme, kaçınma şeklinde bireyin kişisel özelliklerine da bağlı olan davranışlar gözlenir.
“Apati” denilen dördüncü evrede ise tepkisizliğin hakim olduğu, bu evrede duygusal kopma, duyarsızlaşma, donuklaşma, derin bir inançsızlık ve umutsuzluk gözlenir.
Hasta bu dönemde mesleğini ekonomik ve sosyal güvence için sürdürdüğünü ancak zevk almadığını, böyle bir durumda iş yaşamının kişi için bir doyum ve kendini gerçekleştirme alanı olmaktan uzak bir yer haline geldiği görülür. Hasta, sıkıntı ve mutsuzluk veren bir ortamda bulunmaktadır.
Gerçekten adı ne olursa olsun kötü bir durum. Allah bu hastalığa tutulanlara yardım etsin. Zaten tek çare de Rabbimize tutunmak, yoksa Meryem Uzerli gibi yanlış üstüne yanlış yapılabilmekte. İşte bizim üzerinde durduğumuz bir yanlışın doğurduğu mağduriyet üzerinden geliştirilen ve topluma bir kahramanlık gibi lanse edilen “single motherhood” yani “bekar annelik.” Ne kahramanlığı demeyin, işte en yakından bir örnek. Radikal gazetesinin yazarı Evrim Sümer, ki kendisi de böyle bir yaşam tarzını benimsemiş ve sözcülüğüne soyunmuş biri, 6.5.2013’de yazdığı yazısının girişinde şöyle diyor; “Anne modeli insan, kölelik anlaşmasını daha sperm yumurtalığına temas ettiği anda imzalamıştır. Kadınların hiçbir ihtiyacı yoktur…” Hızını alamayıp yazısının devamında sürekli bekar anneliği yere göğe koyamıyor. Yine aynı yazar, 23.8.2013 de de şunu yazmış, “Kadının anne olma hakkı varsa, erkeğin de baba olmama hakkı var…”
“Meryem Uzerli doğma büyüme bir Türkiyeli olsa bu kararı vermekte zorlanırdı. Alman, Berlin’de yaşıyor. Orada durum farklı, şartlar tamamen anne-çocuk lehine. Çoğu AB ülkesi bekar anneler için cennet. Eminim bu kararı vermesinde oradaki desteğin de etkisi vardır.
Çocuğu için devletten sağlam bir bekar anne yardımı alabilecek, bir yaşından itibaren bizdeki en iyi, en pahalı kreşten daha iyisine verip gözü arkasında kalmayacak. (A pardon, zaten bizde kreş yoktu di mi!!!) Çocuğuma iyi davranıyorlar mı, ona sevgi gösteriyorlar mı, eğleniyor mu, iyi bir eğitim alıyor mu diye dertlenmeyecek. Devlet kreşleri/yuvaları bedava. Özel bir okul seçerse, tek ödeyeceği ayda en fazla 100 Euro civarı yemek farkı olacak. Ne diyeyim. Duygusal yükü çok ağır da olsa, dilerim aralarında uzlaşma vardır, beklentiler/talepler sıfıra indirilmiştir.
Medyada binbir tartışma, araştırma yer alacak eminim önümüzdeki aylarda. Bu konuya ilk el atanın, bundan 10 sene önce Hürriyet olduğunu hatırlatmak isterim. Merak edenler Hürriyet Pazar arşivinden bulup okuyabilir.”
Okuduğunuz gibi ilk ele alanlar kendileri, bir de bunu övünç kaynağı gibi gösteriyor. Tabi medyanın, medyatiklerin yaptığı bu tohum ekme çalışması ürünlerini yavaş yavaşta olsa veriyor ki, bu durum ülkemizde de gittikçe yaygınlık kazanmakta. İşte onlardan bir örnek de reklamı olmasın diye isim vermeyeceğim, ama google amcaya sorduğunuzda hemen karşınıza çıkacak blokların birinde bakın neler yazıyor: “Evlenmeden çocuk doğurmanın çok fena bir şey olduğu fikrini desteklemek demek, kadının bu yüzden istemediği bir evlilik yapmaya veya bebeği aldırmaya zorlanmasına hatta öldürülmesine de üstü kapalı destek vermek demek. Halbuki yanlış bir şey yapmıyoruz biz.
Ve bin türlü sebebi olabilir evlenmemenin. Beklemediğin bir hamileliktir, istemeden hamile kalmışsındır. Belki, benim gibi, sevgilinle yaşamaktan memnunsundur, bir bebeği onunla büyütmeyi istiyorsundur, ama evlenmeye karşısındır. Belki bebeğin babası bir ömür geçirmek isteyeceğin birisi değildir. Belki ilişkin bitmiştir, ya da bitirmek istiyorsundur. Belki adam zaten evlidir. Belki fuhuş yaparken hamile kalmışsındır. Belki tecavüz yüzünden hamilesindir (her kadının başına gelebilir!). Belki bebeğin babasını bilmiyorsundur bile. Ama yine de bebeğini aldırmak, onu kaybetmek istemiyor olabilirsin. Bebeği belki tek başına, belki babasıyla beraber, belki kendi ailenle, arkadaşlarının desteğiyle büyüteceksin, belki kadın derneklerinden, sığınmaevinden destek alacaksın. Bu durumda, kadınlar olarak, istemediğimiz hiçbir şeye mecbur kalmamak için ve başka kadınlar da mecbur olmasın diye, evlenmeden çocuk sahibi olma yolunu bu ülkede bu toplumda daha görünür yapmak istiyorum. Dikkat edilmesi gereken şeyleri ve öğrendiğim destek yöntemlerini paylaşmak istiyorum. Benzer tecrübesi olan veya fikirlerini paylaşmak isteyen herkes buraya yazabilir!”
….
Kaynak : http://www.cocukaile.net
- Yazar Nilgün Bodur: “Erkekleri bu hale getiren hemcinslerime kızıyorum” - 25 Ağustos 2019
- ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ SORUNLARI - 27 Haziran 2018
- Boşanma ve çocuk üzerindeki etkileri - 11 Ocak 2018