Münchausen by proxy sendromu

Hasta çocuğunun sağlığı hakkında endişeli, ilgili, koruyucu bir tablo çizer. ama çoğu zaman hastalık semptomlarını kendi yaratmaktadır. Ortada ciddi bir çocuk istismarı söz konusudur. Genelde bu sendromdan muzdarip olanlar annelerdir.

Tabii ki çevrelerinde zeki veya sağlığa ilişkin bilgisi, ilgisi olan, sevimli, işbirlikçi, iyi, tıbbi gelişmelere minnettar, hastane çevresini süsleyen biri olarak tanımlanıyorlar. Bilerek çocuğunu zehirleyen, boya yediren neredeyse işkence denebilecek uygulamalara maruz bırakan anneler var.

Çocuklarına kateter takıldıkça, keşif ameliyatları yapıldıkça, çocukları ağır ilaçlar kullandıkça mutlu olurlar. Çoğu hastada narsistik frajilite, borderline, pasif-bağımlı histerik kişilik gibi başka psikolojik rahatsızlıklarda görülmektedir.

*Kaynak : ekşi sozluk

Munchausen by proxy vakaları bayağı trajik ve ilginç oluyor.

Ailemizin Nörobiyologu, Robert Sapolsky böyle birkaç anneden bahsediyordu; Çocukları doğar doğmaz çeşitli semptomlarla hastaneye kaldırıyorlar, hiçbir tedavi ise yaramıyor ve kısa bir süre sonra acı içinde ölüyorlar. Seneye anne başka bir çocukla dönüyor ve aynı drama. kimse şüphelenmiyor çünkü MBPS’in en ilginç yanı annenin hastane çalışanlarıyla kurduğu ilişki… İlkin anne, çocuğunu kaybetmemek için sabah akşam hastanede kalıp canla başla çalışan bir aziz gibi görünüyor, herkes ona acıyor, üstüne annenin vakur tutumu da çevresinde saygı uyandırıyor. Bir süre sonra anne hastane çalışanlarından biri gibi oluyor, herkesin en yakın arkadaşı durumunda. Zira bu kadınlar genelde sosyal ilişkilerde çok başarılı, karşısındakini kolayca manipüle eden tipler oluyorlar; bir kez hastane çalışanlarının dünyasına girdi mi oradaki ittifakları, düşmanlıkları kendi lehine kullanıp entrikaların merkezine oturabiliyorlar. Yani bu hastalıklı kadınlar (kadın deyip duruyorum, çünkü vakaların büyük çoğunluğu çocuğunu yalnız büyüten kadınlar) sadece fedakarlıklarının görülüp herkesin kendilerini pohpohlamasıyla yetinmiyorlar, tam anlamıyla çevresindekilerin bağlılığını istiyorlar; sadece saygıyı değil ihtiyaç duyulmayı istiyorlar.

İlk şüphe duyan da pek kimsenin sevmediği, tecrübeli ve nevrotik bir hemşire oluyor, doktorlar dahil herkes buna karşı cephe alıyor ve işini kaybetme korkusu yüzünden sindiriyorlar. Doktorlar dahil derken, özellikle doktorlar; aylarca yıllarca gözlerinin önünde bir anne çocuklarını hasta ederken, bunlar her gün değişen sofistike açıklamalarla olayları anlamlandırmaya çalışıyorlar, hangi biri bütün bunların anlamsızlığını kabul edebilir?

İşin daha kötü kısmı da MBPS annelerinin önemli bir kısmının hastanelerde çalışmış olmaları; bunların Tıp alanında genelde başarısız olmuş ve erken kesilmiş kariyerleri var. Sonuç olarak hastanelerde işler nasıl dönüyor farkındalar, testleri yanıltmanın yolunu biliyorlar, çocuğu çaktırmadan hasta etmenin yöntemlerini biliyorlar.

İşte vakaların korkunçluğu da bütün bu nedenler yüzünden MBPS’in çok uzun sürelerce devam edebilmesi herkesin gözü önünde… taa ki o kıl hemşire, çocuğun ancak anne etrafta olduğu zamanlar hastalandığını fark edene kadar. Kendi bakımlarındayken yeni bir semptom ortaya çıkmıyor… taa ki yeni gelen bir doktor, kan örneklerinin günden güne değiştiğini, bir gün bilmem ne bakterisi varken, ertesi gün bambaşka birşeyin olduğunu fark edip, geçmiş bir MBPS vakasını hatırlayana kadar… taa ki oturup düşününce, aslında o annelerin çocukları hakkında fazla konuşmadıkları, vakurluk diye addedilenin ilgisizlik de olabileceği, aksine hemşirelerin aileleriyle daha çok ilgilendikleri fark edilene kadar.

…ve bir gün, böyle bir anne, çocuğunun beslenme tüpünden içeri sıvılaştırılmış köpek dışkısı sokarken görülüyor örneğin…

İşte yine böyle feci bir vakada, bir anne, çocuklarının gecenin bir vaktinde nefessiz kalmasından şikayetçi… anne bütün geceyi uykusuz geçiriyor çocuğun boğazı tıkandığında onu açabilmek için fakat bunu mütemadiyen yapamadığından çocuklar boğuluyor… tam 5 çocuğu ölmüş bu şekilde… her seferinde hastaneye kaldırılıyorlar bir nöbetten sonra, her seferinde çocuklar düzeliyorlar ve taburcu olduklarından birkaç gün sonra aynı olaylar tekrar ediyor, bir sure sonra çocuğun cesedi çıkıyor evden. bütün çocuklara sudden infant death syndrome teşhisi konuluyor ve annenin durumunu yakından inceleyen bir doktor, sids’in nedeni olarak uyku apnesini gösteriyor. bunun hakkında birkaç makale yazıyor ve araştırmalarının merkezinde bu kadının vakasi var; doktor bu teorisi sayesinde ve diğer parametrelerin kontrol edilmediği birkaç araştırma sayesinde epey meshur olup kariyer yapıyor. sonra uyku apnesini önleyecek bir cihaz yapıyor, çocuğun nefesi tıkandığında alarm calip annenin gelip durumu kurtarmasına yarayan, ve bu cihazı pazarlıyor. Bu tarihten sonra da sids vakalarının azalmasını kendi bulusuna bağlayarak daha da meşhur oluyor. fakat kadının çocukları hastanedeyken hiçbirinde sleep apnea gözlemlenmediğinin farkına varılıyor bir süre sonra, kıl bir hemşire tarafından muhtemelen.

olaylar yavaş yavaş gelişirken, kadının 6. çocuğu da, evdeki alarmların artmasıyla hastaneye kaldırılıp duruyor, “artık bu kadarı da fazla” diyen çocuk koruma servislerine mahkeme yetki verene kadar, nihayetinde olayı çakmış hemşirelerin gözyaşları arasında o 6. çocuk da hastaneden son kez taburcu oluyor ve bir iki gün içinde öldüğü haberi geliyor. hiçbirşey kanıtlanamıyor, doktor da kariyerinde ilerlemeye devam ediyor.

yıllar sonra, genç bir savcı olayları deşmeye karar veriyor ve kadını sorgulamaya götürüyor, artık nasıl bir sorgulama tekniği varsa birkaç saat içinde kadın bütün çocuklarını kendi elleriyle boğduğunu itiraf ediyor.ortada ne sids var, ne sleep apnea, ne başka birşey. durduk yere çocukları hastaneye getirip yüzbinlerce dolar masraf yapıp duruyor, uygun gördüğünde de bir yastıkla boğuveriyormuş. sonra o ilgiyi özlediğinden olsa gerek, bir sonraki çocuğunu kullanarak ayni şeyleri tekrarlıyor.

mahkemede tanık olarak meşhur doktorumuz çağrılıyor, çocukların hastanede kaldıkları günler boyunca bir nöbet geçirdiklerine dair bir kayıt olmamasına rağmen bu doktor kendi gözleriyle gördüğünü iddia ediyor. tabii ortada başka bir tanık yok, ne zaman gördüğü de belli değil. muhtemelen zamanında kadına inanmış olan ve makaleleriyle kendine bir kariyer ve saygınlık edinmiş olan bu zat, hanyayı konyayı anladığında tüm hayatının korkunç bir yalan uzerine kurulu olduğu düşüncesini sindiremiyor ve savcıyı komploculukla falan suçlayan demeçler verip iyice komik duruma düşüyor.

Bir zamanlar gördüğü ilgi, başkalarının ona duyduğu ihtiyaç, kendi gibi ilgi ve kontrol peşinde olan bir annenin “dramı” üzerinden sağlanmış. İşte bu da, Sapolskynin dediği gibi Munchausen by proxy by proxy olsa gerek.

 

Kaynak : ekşi sözlük